Öncelikle rotasyonumuzu bir daha koyalım buraya. Hem benim için hem sizin için kolaylık olur.
Russ Smith - Justin Dentmon - Can Korkmaz
Sinan Güler - Jon Diebler - Göksenin Köksal
Vlado Micov - Blake Schilb - Emir Rile Preldzic
Austin Daye - Deon Thompson - Orhan Hacıyeva
Alex Tyus - Tibor Pleiss - Ege Arar.
Klasik sayma sırası ile kısalardan uzuna doğru başlıyorum:
Russ Smith:
Russ Smith'in ilk Best maçındaki performansı sanıyorum hepimizi endişenlendirdi. Aslında sahada olduğu dönemde berbat oynamadı, ayrıca söylemek lazım Mike Green cidden bir savunmacı için zulüm hücumculardan biridir, Best'in de sürekli potaya yakın iki oyuncuyla oynadığını ekleyince drive edecek bir kanal da bulamadı kendine. Ama hocanın tavrından anlıyoruz ki ondan çok daha fazlasını bekliyor, istiyor.
Russ Smith'i kullanmadaki asıl noktamız aslında geçen sene Errick'i çok değerli kılan o özelliğimiz olmalı: Kanat yaratıcılığı! Blake - Sinan - Vlad hatta bulunduğu dönemde post'ta Chuck ve tepede Caleb, Errick'e öyle bir konfor alanı yaratıyorlardı ki Errick McCollum oldukça arızalı olan karar mekanizmasını neredeyse hiç devre sokmadan, ne yapacağını ve kendinden ne istendiğini bildiği hücum düzeninde bize katkı sağlıyordu. Bunu Russ Smith'te de sağlamalıyız. Tepeden aşağı inmeyi seven iki pivotumuz ve tonla ikili oyun oynatacak kanadımız varken Russ Smith'i zayıf tarafına forvetine yerleştirmeli, sette patlamalarına izin vermeliyiz. Boyuna göre iyi re-bounder olan Russ'ı savunma re-boundlarına teşvik etmeli, aldığı re-boundlarda yeşil ışık vererek oyunda kendini iyi hissetmesini sağlamalıyız.
-İnanın paintten set çizmek inanılmaz zor :S- Neyse. Şimdi biz bu arkadaştan savunmada ne bekleyebiliriz? Öncelikle güzel bir soru. Bi önceki yazımda bahsetmiştim. Takım hedefi olmayan liglerden gelen oyuncuların bazı yetenekleri çokça atıl kalıyor" diye. Biraz kendimi tekrar etmek olacak ama yine aynı şeyi demek durumundayım. Russ Smith'i provoke olmayan bir topa baskıya motive etmeliyiz. Biliyoruz ki Galatasaray'ın savunması, Galatasaray'ın her rakibi için açık bir hedef. Ancak iyi savunma yapmanın tek yolu topun karşısında kalmak değil, rakibin aklındakilerini uygulamasını engellemektir. Geçen sene Fener'in bizi dumur ettiği ama ilk 2 çeyrekte maçın içinde kaldığımız Ataşehir maceralarını hatırlayın. Adamlara o kadar saçma savunma yapıyorduk ki ne kadar boş şut bulurlarsa bulsunlar tamamen alışkanlık dışı pozisyonlarda buldukları için şut sonuçlu setlerini verimli şekilde oynatamıyorlardı. Tabii Zoc bunu fark edip oyunu direkt bireysel üstünlüklere yıkınca lol oluyorduk ama rakibin planını bozmanın nasıl bişey olduğunu anlatmak için iyi örnek. Russ Smith rakibin setlerini alışkan pozisyonundan itecek, onları doğaçlamaya itecek bi baskının uç elemanı olarak verim verebilir. Vermese bile denemeliyiz çünkü bu size'la "Hadi Russcığım sen topun karşısında kal" dersen, dediğinle kalırsın.
Yüz kere bin kere dediğimiz gibi bu kadro mühendisliğinin iş yapması için ağır bir coaching emeğine ihtiyacı var ve bu emekten en faydalanacak adam da Russ Smith olmalı. Ona güvenip bir F4 takımının hücumdaki iki numarasının kontratının elinin tersiyle iten Ergin Ataman'dan da Russ Smith'in verimini arttıracak rötüşları istemek bence şımarıklık olmayacak.
Justin Dentmon:
Justin Dentmon'a nereden başlamak gerek? Galiba transfer sürecinden. Ama uzun sürmeyecek. Çünkü 900K'lık teklifimizi gün geçmeden kabul etti ve sonraki gün de sözleşme imzalandığı duyuruldu. Ergin Ataman'ın ilk planı kesinlikle değildi ve ilk planı olan Toney Douglas'tan da çok farklı bir adam olduğunu söylemek lazım. Tabii bundan işin teknik kısmına gelince bahsederim ama Dentmon konusundaki en yüksek soru işareti onun konsantrasyonunun banka hesabında mı, istatistik kağıdında mı olacağı.
Neyse bir değişkeni olamayacağımız tatsızlıkları konuşup siz sevgili okurlarımın tadını kaçırmak istemem. Peki Justin Dentmon'ı nasıl kullanmalıyız? Vallahi bu benim en karar veremediğim rol. Ancak mantıklı olan "özgüveniyle doğru oranda sürelerle takımın bir numaralı top kullanma inisiyatiflisi" olması. Çünkü Justin Dentmon'ın şu ana kadar kariyerinde bir takım oyuncusu olarak rol almışlığı yok. E bir çok sebepten Justin Dentmon'dan bir geçen seneki Bobby Dixon evrimi yakalamamız ihtimalinin limiti de eksi sonsuz çıkıyorken; onu kullanmanın en iyi rolü yanına takımın ağır işçilerini verirken hücumda onun oldukça söz sahibi olduğu süreler yaratmak. -mesela Dentmon-Göksenin-Diebler-Deon-Tyus beşi- En azından erken dönemde. Eğer verim almaya başlarsak adım adım onu ana plana kaydırabiliriz.
Justin Dentmon'ın savunması konusunda da çok bişey yazasım yok çünkü hazırlık kampının Sardegna ayağında izleyebildiğimiz hazırlık maçlarında değil değil savunma yapıp rakibin karşısında kalmak, savunma yarısahasına geçmeye pek niyeti yok gibi oynuyordu. Belki sahada olduğu sürelerde verimli ve özgür olacağı bir ortam yaratırsak bu savunmasına olumlu yansıyabilir ama onun olası bir boş vermişliğini kaldıracak bir yapımız yok. Ki öyle bir durumda Ergin Ataman'ın onu takımda uzun süre barındıracağını da sanmıyorum.
Neyse Furkan Dillice biraderimi daha çok üzmeden Justin Dentmon bölümü kapatıyorum. Ancak söylemekte beis görmüyorum: Dentmon'ın sezonu takımla beraber bitirmesi benim adıma büyük bir sürpriz olur.
Can Korkmaz:
Can Korkmaz hakkında uzun uzun yazıp yazıyı yormayacağım merak etmeyin. Zaten çoğunuz da geçmiş olabilir bu bölümü. Ancak Best maçında sahada kaldığı sürelerde bana Engin Atsür'ün 6 cm kısa halini izliyormuş tadı verdi ve bu bizim için iyi bişey. Ondan kimse topu eline alıp sorumluluk almasını beklemeyecek. Ondan kimse topu uzun süreler yönlendirmesini istemeyecek. Ondan beklenen şey eline gelen sayıca az topları verimli kullanıp savunmada efor sarf etmesi ve yeteneği ve iş ahlakı buna uygun. Böyle devam çocuk.
Sinan Güler:
Bir önceki yazıda en çok itiraz aldığım nokta Sinan'ın süresiydi ki şu ana kadar gözlemlediğim kadarıyla okuyucularım haklı çıktı. Sinan Güler bu sene de takımın ana parçalarından biri olacak gibi duruyor.
Madem oynayacak, bu onun diri olması ön şartıyla olmalı. Belli setler üzerinden potaya gitme alışkanlığı da bizim işin hücum tarafında işimize yarayacaktır. Ancak elimizde Daye, Micov, Blake, Emir ve top elindeyken patates olmayan Justin-Russ varken Sinan bu kadar yönlendiricilik merkezinde bulunmamalı. Bu vesile ile Galatasaray'ın geçen sezon yüzlerce kez oynadığı seti şu kenara kondurmak istiyorum.
Savunmada ise Sinan'dan beklediğim tek şey biraz daha toparlayan vücudu ve azalan süreleri ile artık şu savunmada refakat işine bir son vermesi. İyi niyetinden bir şüphem yok ancak iki sezondur, sezonun sonuna doğru yanından topu vuran geçer oldu ki aslında Sinan'ın sürelerinin kısalmasını istememin ana sebebi de bu. Kötü bir savunma takımı olacağımız açık. En azından savunma yapmaya malzemesi olan parçalarımız savunmada bize ekstra sorunlar çıkartmamalı. Onları kaldıramayız.
Sinan Güler'i bitirmeden önce değinmem gereken bir nokta var. Sinan Güler saha içinde çokça eleştirilecek noktaya sahip olsa da basketbol organizasyonumuzun yüzü olarak kusursuz bir isim. Takımın dışa karşı duruşunda, içindeki ortamın sıcaklığına kadar bir çok noktada bir "kaptan"dan ne beklersen onu eksiksizce yapıyor. Galatasaray bu sene başarılı olabilir ve bunu Sinan Güler kötü oynuyorken gerçekleştirebilir. Ancak Sinan Güler'in ağırlığını ortaya koymadığı bir Galatasaray önümüzdeki yaz gireceğimiz ULEB-FIBA pazarlığından tut, Göksenin'in Can'ın performansına kadar hanemize eksi yazar. Bunun farkında olmalıyız. Eğer bir şekilde bunu okuyorsan seni seviyorum kaptanım ama şu topu elimizde çok tutmayalım nolur :(
Jon Diebler:
Set şutörüne sahip olmak. Markoishvili gittiğinden beri Galatasaray'ın en büyük eksiklerinden biri. Alan savunmasına karşı rakipleri genişletmeden tut, savunmanın konsantrasyonunu meşgul etmesine, ikili oyunları çok daha keskin hale getirmesinden tut, sahte setlerle diğer oyunculara kolay sayılar yaratmasını sağlamasına kadar faydaları saymakla bitmeyecek bir oyuncu tiplemesidir set şutörü. *Tabii artık topu yere vurabilen şutörler daha revaçta ancak bizim takımımızda yeterince handler bulunuyor, gerek yok.* Diebler'ın hücumunda üstünde çok durulacak nokta bulunmuyor doğal olarak. Hücumda rol tanımlarının içinde ve yüzdeli top kullanması bizim için yeterli olacaktır. Ancak koçun dikkat etmesi gereken bir nokta var: Diebler'ın şutuna çizdiğimiz setlerde takımın stabil kalması Diebler'ı açık hedef haline getiriyor. Yani Diebler perdeye doğru koşarken match-up'ına 5 adımda 1 adımlık fark yaratamayacağına göre bu işleri komplike setlerle çözmeliyiz. Diebler konusunda asıl konuşmamız gereken yer olan savunmasına gelmeden önce şuraya son verimli set şutörümüzün bulunduğu zaman oynadığımız bir setin 2017 versiyonunu bırakıyorum.
*Göksenin'e geçmeden kısaların re-bound'a girmesi konusunda ufak konuşmak istiyorum. Kısalardan re-bound katkısı beklemek bir takım için istikrarlı bir çözüm olmaktan uzaktır. Yani takımın karakterinin bir parçası olarak bunu seçerseniz, bu yönden patlamama ihtimaliniz az. Ancak takımımız re-bound konusunda neredeyse sadece 5 numaraların eline bakıyor kağıt üzerinde. Onun için her maç kimden katkı gelirse, onu haneye artı olarak yazacağız. Hem bu takımın hücumunun daha keskin olması için re-bound'u temiz alması gerektiğini de atlamayalım.
Göksenin Köksal:
Şutör61. Takımda Sinan Güler'in etkisinin üzerinde en çok hissedildiği oyuncu. Kesinlikle iyi bir savunmacı olduğuna katılmıyorum ama gücüyle ve sahip olduğu yetenek/verdiği katkı oranında çok yukarıda kalmasıyla takımda bulunmasından mutluluk duyduğum bir isim. Bu sezon, geçen sezonun ikinci yarısındaki gibi takımın 7.5 adamından biri olmayacak. Bu kesin. Bu da ondan beklediklerimizi daha farklı bir noktaya koyuyor. Geçen sene ondan "deli baskısı"nın haricinde top oyun alanımıza geldiğinde olgun bir savunma beklemek zorundaydık. Ancak bu sene oyunda olduğu dakikalar zaten Ergin Ataman tarafından seçilmiş "rakibin düzenini bozma" dakikaları olacak. Onun için ondan aldığı kısıtlı sürelerde savunmada çok yüksek efor beklemek onun adına haksızlık olmayacaktır sanıyorum.
İşin hücum kısmında ise Göksenin'in sahip olduğu yetenekler ona bir rol biçmemize maalesef engel oluyor. Diplerden kendini çok geliştirmiş olsa da halen ceza şutlarını bir istikrara oturtamadı ki bu da koçu Ergin Ataman olan bir takımda sizin sürelerinizi etkileyen primer değişkenlerden biri oluyor. Ondan hücum kısmında beklediğimiz şey -geçen sene olduğu gibi- hücum re-boundlarına girmesi. Alıp almaması çok da mühim değil zaten o kadar kalın bir adam koşarak içeri doğru giriyorsa ve topun düştüğü yer konusunda çok şanssız değilse rakibin savunma re-bound'unu temiz almasını bozar. Göksenin'in işin o kısmında verdiği en büyük katkı bu olacak. Transition savunmasının malum kural değişikliği sayesinde daha önemli olduğu bu senede onun aldığı sürelerde rakibin hızlı çıkmasını engellemesi, takım arkadaşlarının geriye dönmesi için 1-2 saniye kazandırması bile bizim için eşsiz bir katkı olacaktır.
Göksenin konusunu bitirmeden şuna değinmek istiyorum. Arkadaş, bu ne kalınlaşmaktır? Tamam çok güçlü bir oyuncusun ama senin Marcus Smart gibi o vücudu oradan oraya taşıyacak bir atletizmin yok ki. E o kadar ihtiyacın da yok sonuçta kimse senden 4 pozisyon savunmanı beklemiyor. Amatörce bir çalışma gibi görünüyor bu ve korkarım ki bu yaz bu genişlemesi sezonun belli kısımlarında ondan faydalanmamıza engel olacak. Umarım öngördüğüm türden bir sakatlık yaşamaz.
Vladimir Micov:
Geldik uluların ulusu, şanından sual olunmayan, gülüşü ile güneşleri doğurup pozisyon bilgisiyle hücumcu kanser eden pirimize. Onun performansı bizim için her zaman oldukça kritik ancak bu sezon alacağı farklı rolle bu daha kritik. Ondan daha az kullanırken verimli olmasını isteyeceğiz, ancak kuşkumuz yok ki o bu rolün artından başarıyla kalkacak. Rolü daha spesifik hale getirecek olursak, Austin Daye'in takım içindeki özgüvenini kazanacağı zamana kadar geçecek olan sürede topun yine bir numaralı yönlendirici o olacak ama Austin Daye yükseldikçe onun bir rolünde bi azalma bekleyebiliriz. Ayrıca geçen sene bolca 4'ten aldığı süreler, Daye'in arkasına Deon Thompson'ın da eklenmesiyle beraber en azından Euroleague'de biraz makas yiyecek gibi ancak rakibi şutla değil, pas opsiyonu ile genişletmemiz gereken dakikalarda Micov'un 4'e kaydığını görebiliriz. Onun özelinde zaten çok anlatabileceğim bir ek opsiyonumuz yok. İki senedir takımımızda zaten ki suyunu çıkartana kadar da kullandık zaten geçen sene.
İşin savunma tarafında da Micov'un ne vereceğini biliyoruz. Geçen sezon uzun süreler 4 numara oynamasına karşın artık fiziksel olarak perte çıktığı dönemde, formunun zirvesine çıkmış Datome'yle olan eşleşmesi hariç yenildiği bir savunma match-up'ı olduğunu söyleyemeyiz. Ayaklarını çekemese de dik zıplayamasa da Avrupa'da eşine az rastlanır bir pozisyon bilgisiyle -Felipe Reyes tadı veriyor bana bu konuda- hem iyi bir savunmacı hem pozisyonuna göre iyi bir re-bounder Micov. Herkeste belirttiğim gibi re-bound konusunda Micov da gözü açık olmalı ancak Micov'un geçiş hücumunda hem istikrarlı şekilde doğru açılara hareket etmesi hem de istikrarlı şekilde doğru kararlar vermesi re-bound sonrası hücumumuzun kalitesini oldukça yukarı çekeceği için onun bu katkısını beklenenden biraz daha fazla almak bizim için fena olmaz aslında.
Hakkında ekleyebileceğim çok şey yok. Hepimiz onu çok seviyoruz. Umarım sezon sonuna yaklaşılmadan önüne yeni bir kontrat teklifi daha konulur ve bizimle kalmaya uzun süreler daha devam eder.
Emir Rile Preldzic:
Emir'i Galatasaray'a transfer etmişken konuşmaya saha içinden çok saha dışından başlamak daha doğru olur. Kendisi Obradovic'in F4 yapan Fenerbahçe'sinin kaptanıyken -ki o sene kritik verimler de verdi- birden bire parası neyse verip direkt rakibe yok pahasına gitmesine göz yumulacak kadar kötü bir profesyonel. Zaten biraz daha iyi bir profesyonel olsa elindeki şu yetenekle bambaşka bir adam olabilirdi. Açıkçası derbi öncesi ciçişlerle aleminden tut, alkollü idmana çıkmaya varan skandalları listesine girip yazıyı yok yere saha dışı değişkenlerle boğmak istemiyorum ancak zaten kendisine bayılmayan taraftarın önündeyken Emir'in Galatasaray'da öyle skandallara imza atma şansı yok. Burası kesin.
Saha içine dönecek olursak, Best maçında doğru kullanılan ve kafası sahada olan bir Emir vardı *Mert Çetin Türkçesi*. Doğru kullanımdan kastım nedir; onu boşu boşuna tepeye çıkartıp bolca yanlış çalışan karar mekanizmasını kullanmaya zorlamadık, aşağıya indirdik. Potaya yönelirken hem uzun kollarını kullandı hem de saha görüşü ile izleyeni bile ters tarafa baktıran paslar attı. Açıkçası 11 sayı - 8 asist yapsa da 3 tane de savunmanın son anda taca çeldiği direkt asisti vardı ki maçtaki oyununun tertemiz olduğunu söylemek gerek. Ancak Emir Preldzic'ten bahsediyorsanız Spahija'nın ikinci senesinin başlangıcı itibariyle düştüğü eşi benzeri olmayan istikrarsızlık çukurunu da gözden kaçırmamalısınız.
Yine Emir'in kullanımı hakkında konuşacak olursam yukarıda da bahsettiğim gibi onu tepede Micov gibi değil de alçakta yön veren olarak kullanmak daha hayrımıza olur. Zaten pozisyonuna göre uzun boyunun üzerine eklenen uzun kollarıyla fena olmayan bir post silahı, öyle kullanarak onun karar mekanizmasını da yormamış oluruz. Özellikle ligde bu bize iki tane p&r man olan uzuna sahipken iç-dış dengesi de verebilir. Yani Best maçında Ergin Ataman'ın parlak fikirlerinden birini izledik. Ancak Emir'den savunma yarı sahasında ne bekleyebiliriz bilmiyorum. Fiziksel özellikleri ile Micov'u çok andırsa da aralarındaki oyun zekası farkı birini iyi birini berbat savunmacı yapıyor işte. Ona Zoc'un ilk F4 senesindeki gibi bir rol biçerek ve kısa sürelerde en azından uyumayacağı bir savunma beklentisi içine girebiliriz. Tabii ki bunu yaparken Emir'e zaten hali hazırda 300K'ya oynadığını ve Galatasaray'ın onun çin elit seviyede son şans olduğunu hatırlatmak gibi tehditlerde iş yapabilir. Ancak yine de hala ondan istikrarlı bir katkı beklemediğimi söylemem gerek. Umarım laflarımı düşüncelerimi bana yutturursun Rile :S
Blake Schilb:
Blake'in kalması Galatasaray'ın yazını en meşgul eden hadiselerden biriydi. Geçen sezonun özellikle kritik noktalarında rakiplerin açık hedefi olan ve ezilen, şut ritmi tamamen dağılan ve neredeyse kötü oynamasına taraftarın ve staff'ın alıştığı Blake Schilb, artı 1 yaş daha yaşlanmışken takımda tutuldu. Tabii bunları üst üste koymuşken Blake'in takımda kalmasının sebebinin saha dışı olduğunu görmek zor değil. Kardeşinin ölümünden sonra Banvit maçına çıkması, tüm sezonu neredeyse büyük bir depresyonla geçirmesi, hepsinin üstüne onun rahatlama göz yaşlarının da başka bir olaydan değil, kupayı kazandıktan sonra gelmesi buzdağının görünen yüzünde onun bir takım için ne kadar doğru karakter olduğunu anlatıyor bize.
Saha dışından içine dönecek olursak bir önceki yazımda onun azalan süreleri ve büyüyen pozisyonuyla bize veriminin artabileceğini söylemiştim. Ancak bu Emir gelmeden önceydi. Emir'in takıma katılmasıyla Blake'in takımda belirli bir rolü kalmadı gibi gözüküyor. Zaten kanat rotasyonunda zengindik, üstüne bir tane daha yaratıcı 3 gelince Blake'in 500K'lık kontratı tamamen takımın havasını yükseltmeye verilmiş gibi durdu. Ki ayrıca Fransa Ligi'nden kontratını karşılayan bir takım çıkarsa Blake'in sessiz sedasız bir şekilde takımdan ayrıldığını görmek sürpriz olmayacak bana kalırsa. Hah tabii hala takımımızda ve bize neler katabileceğine dair konuşmamız gerek.
Eurocup yürüyüşünün son iki ayağında rakibin açık hedefi olmaya devam eden Schilb, tek pivotumuzun olduğu, onun da 203 boyuyla her yere yetişmek zorunda olduğu dönemde bize hayatî bir konuda yardımcı olmuştu. Re-boundlar. 1 basket atıp 4 sayı ürettiği Gran Canaria maçında çektiği re-bound sayısı 8, takımın tamamen kısırlaşıp re-boundların altın değerinde olduğu Strasbourg deplasmanında da 10. Bu sene de re-bound konusunda sıkıntı yaşayacağımız aşikarken oyunda olduğu sürelerde Blake'ten konsantrasyonunu buraya vakfetmesini bekleyebiliriz ki bence 4 re-bound'u aldığı herhangi bir günde Blake Schilb misyonunu tamamlamıştır.
Kendisi bu takımda en bağlılık duyduğum oyuncu, kendisini uzun uzun anlatmak isterdim ancak taş çatlasın 4 ay sonra takımdan ayrılacak biri için yazıyı daha fazla uzatmıyorum. Biraz kalp kırıcı benim için ama böyle :/
Austin Daye:
Bu sezon Avrupalı bir basketbolsever Galatasaray'ı 10 birim merak ediyorsa bunun en az 3-4'ü Austin Daye özelindedir. Zira Ergin Ataman'dan tut, sokaktaki Galatasaraylıya kadar tüm Galatasaray basketbolu da sezona dair umutlarının en üst sırasına Austin Daye'i yazıyor. Öncelikle şanslıyız ki Austin Daye bu yüksek beklentilerinin bile altında kalkabilecek kadar yetenekli bir oyuncu. Hücumda yapamayacağı bişey yok. Ceza şutu kesiyor ki NBA kariyeri bunun üzerineydi, 210 boyuna rağmen acayip bir ball-handler, ikili oynatabiliyor, boşu bulabiliyor. Post oynayabiliyor, alçak post'ta takıma yaratabiliyor. Hani ara sıra Erceg için kullandığımız sürpriz p&r'ları da ondan daha verimli oynayacağımıza şüphem yok. Yani mesela şimdi Austin Daye'i kullanabileceğimiz bi set çizmek için paint'i açtım ama adama playbook hazırlamadığım sürece eksik kalacağı için vazgeçtim. Elimizde işin hücum kısmında öyle büyük bir silah var.
Daye'in bize vereceğinin soru işareti olduğu asıl kısım sahanın diğer tarafı. Aslında fena savunmacı olmamak için kiti mevcut. 210 boy, uzun eller kollar, fena da zıplamıyor ve zamanlaması da kötü sayılmaz. Ama 3 numara oynamak için kendini hiç kalınlaştırmaması ve zaten 3 numara olduğu için sahip olmadığı 4 fundamental'i onun bizim için en büyük handikapları olacak. Savunmada bu eksiklerini çabası ve hareketliliği ile kapatması şart. Ha tabii eklemekte fayda var, Fenerbahçe'yi bir kenara bırakıyorum, bu sezon özellikle Euroleague'de karşılaşacağımız takımların çoğu Best kadar potaya yakın oyuncularla bu kadar uzun süre sahada yer almayacaklardır ama mesela top8 mücadelesindeki direkt rakibimiz Brose'yle yapacağımız maçta Austin Daye'i Nicolo Melli'nin hem iç oyun hem re-bound gazabından nasıl koruyacağımız planını yapmalıyız. Bu konuda aklıma gelen en şeytani şey onun skorerlik dürtüsünü harekete geçirerek Daye'i re-boundlara motive etmek: "Daye eğer re-boundu alırsan ya da iyi savunma yaparsan yarı sahayı geçmek ve hücuma yön vermek senin inisiyatifin" demek, zaten eline istediğinden az top kalacak Daye'in o toplara daha bir şevkle girmesini sağlayabilir.
Takım içi organizasyonda uzunuyla ya da kısasıyla oluşturduğu ikililerde nasıl roller alması gerektiğini, kendini ve takımı nasıl rahatlatacağına şu oyuncular kısmı bitince geçeceğim, o zaman dediğimi daha çok anlayacaksınız ancak sahada olması bile takım kimyasına ekleme yapacak bir oyuncuya sahibiz ve onu salonumuzda çok da uzun süre izlemeyebiliriz - kontratı 1+1 yıllık-. Austin Daye kısmını geçerken size önerebileceğim tek şey onun keyfini çıkarmanız.
Deon Thompson:
"Caliboys"un daha yeteneksiz olanı :( Genel kanaat aksine ben Deon Thompson'ın bizim için oldukça faydalı olabileceğini düşünüyorum. Euroleague seviyesinde tecrübeli, 4 ve 5 numarayı götürebiliyor, fena bir re-bounder değil -geçen sene sahada olduğu sürede re-boundların %14'ünü almış, bizim geçen seneki tek pivotumuz Lasme'de bu oran %16-, kötü savunmacı olduğunu da söyleyemezsin. E post oyunu da var. Bunları yan yana koyduğun zaman Ergin Ataman takımından kontrat alıyorsun zaten. Ancak ondan optimum verimi almamız için eğilmemiz gereken noktalar var.
Öncelikle Deon Thompson'a neredeyse hesapta olmayan bir adam olarak sahip olmak nimet derecesinde olmasa da kendinizi şanslı sayabileceğiniz bir durum. Potaya yaklaşamıyor musun? Al Deon'u, re-bound'da sıkıntıya mı girdin? Al Deon'u. Rakip iki potaya yakın mı kullanıyor? Al Deon'u. Bla bla bla. Ama onun da dikkat etmesi gereken hususlar var.
İzleyebildiğim hazırlık maçlarında tespit edebildiğim üzere kendisi alçak post'ta topu aldığı zaman sürekli bir hızlıca bitirme eğilimi gösteriyor. Bu kendi alışkanlığıysa da koç talimatıysa da yanlış. Topu daha çok paylaşmalı, meşhur iç-dış dengesini sağlayacak şekilde davranmalı zira bu takımda bir de onun top kullanma inisiyatifine ihtiyacımız yok. Ayrıca onu alçak post'ta pas istasyonu olarak kullanabilirsek bu bize en çok tepeden -Pleiss- ya da forvetten -Tyus- ikili oyun oynayabilecek uzunlarımızın verimini arttırmada yardımcı olur. Zaten hafta sonları maça çıkması zor gözüküyor, ekstra çalışarak hücumda kendini bu role versin lütfen :/
İşin savunma kısmına gelirsek Deon Thompson ve mevcut fizik durumundan ne bekleriz bilemiyorum. Verdiği kilolar onu daha çabuk yapmış olabilir, ya da daha çok zıplayabilir hale de getirmiştir belki ama hazırlık maçlarını hiç izleyemediğimiz için bu konuda elimde çokça done yok. Ama aldığı kısa sürelerde geçen sene Bayern eşleşmesinde bolca canımızı sıkan sertliğini sahaya yansıtması bizim için yeterli olacaktır. Ancak onu yapamayacak fizik durumda ise sezon ortası Chuck Davis'i arayan, Maurice N'dour'un kesilmesin bekleyen bir Ergin Ataman görebiliriz.
Orhan Hacıyeva:
Yine kendisinden uzun uzun bahsederek yazıyı yormak gibi bir niyet içinde değilim zira kendisi de koçtan herhangi bir rol almayı ummuyor. Ayrıca çift lisanslı Ege Arar bile evlat ve re-bound kontenjanından kendinden önde dururken bu sene toplam 60 dakika sahada kalması herkes adına bir sürpriz olur. Ancak belirtmekte fayda var. Kendisi burada olmaktan büyük gurur duyuyor. İmza törenine babasını getirmiş ve onun kendinden nasıl gurur duyduğunu görmek istemiş. Galatasaray'da oynamak onun için yaşam hedeflerinden biriydi. Bunun altını biraz doldurabilmek, bir gün sonra bir hücum daha fazla sahada kalabilmek için sahada her şeyi yapacaktır. Bence "o maçta da Orhan iyi oynamıştı" diyeceğimiz en azından bir lig maçı olacak ki bu da kontrat/veriminde bize yeterli olacaktır.
Alex Tyus:
Takımımızın yegane savunmacısı, göz bebeğimiz, pamuklara sararak korumamız lazım gelen top oynasın diye sırtına vurmamız gereken oyuncumuz. Avrupa'da bu kadar sivrilmesini sağlayan çabukluğundan ve kesiciliğinden zira, savunma eforu harcama konusunda da mevcut kadroda yanına yaklaşabilir bir parçamız yok. Onun için onun iyi bir sezon geçirmesi, Daye haricinde herhangi birinin iyi bir sezon geçirmesinden daha önemli.
Savunması konusunda anlatabileceğim çok bir şey yok haliyle. Aklımıza gelebilecek her şeyi yapmak zorunda Tyus. Rakibi bozmalı, re-bound için savaşmalı, ikili oyunda kısanın karşısına çıkmalı, yardıma gelmeli, zayıf tarafı savunmalı falan falan falan. Benim boş laf yapmadan anlatmam gereken yer onun hücumda bize neler katabileceği... Tabii savunmadan dermanı kalırsa...
Öncelikle Tyus'ın yarı saha hücumunda en keskin olduğu nokta ok gibi potaya fırladığı ikili oyunlar olsa da hücumunun en verimli noktası kameraların bile yakalayamadığı rim-run'dır. Onu bu sene çokça yaptığı bloktan 5 saniye sonra karşı potada alley-oop bitirirken görebiliriz. Yarı sahaya yerleştiğimizde de potaya hızlı atak etmesiyle beraber Russ'ın handler'lığında korkutucu bir 1-5 ikilisi olabilirler. Onun ötesinde Alex Tyus'ın zaten çok geniş bir hücum skalası olmadığını biliyoruz. Ancak Tyus bölümünü hafif hafif geçerken hem o hem Pleiss için önemli olan bir yerleşim düşüncemi iki bölümün tam arasına bırakmak istiyorum.
Tibor Pleiss:
Bu kısma şu naçizane isyanımla başlamak istiyor zira Tibor Pleiss cidden bir post-up silahı değildir. Muhtemelen koç onu Best maçında Deon hiç olmadığı için o rolde oynatmayı düşündü yoksa izleyebildiğimiz AEK maçındaki geri dönüşte Deon ve Pleiss aynı beşteydi ve Pleiss da olması gerektiği gibi tepede Russ'a perde yapıp alan açarken Deon da alçakta iç-dış dengesini sağlıyordu. Yukarıdaki taslak Pleiss'ın kullanımı için en ideal senaryomuz denilebilir. Çünkü Laboral'deki o göz alıcı sezonunda ekmeği suyu Heurtel ve Causeur'le oynadıklarını ikili oyunlardı. E zaten bu adam 220 boyunda, üstüne üstlük bir de iyi açıyla devriliyor, eğer kısası kör değilse potaya yakın vaziyette top almak onun için kolay bir durum. E potaya yakında da iyi bitirici. Ergin Ataman onu boşu boşuna alçak post'ta sırtı dönük kullanarak heba etmemeli.
Pleiss'ın bizim için daha önemli kısım olan savunmada ise neler yapabileceği gerek hazırlık maçlarında görmediğimiz için gerek de NBA dönüşü özgüveninin ne alemde olduğunu bilmediğimiz için soru işareti. Ancak 2-3 alan savunması arkayı kapatmak, re-bound konusunda takımı rahatlatmak -kötü Barça senesi bile %18'den fazla sahada olduğu sürelerdeki re-bound yüzdesi- ve biraz da sert durarak arkayı elleri kolları ile korumak için gerekli kite sahip. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi özgüveni bu konuda çok önemli zira özgüveni düşük olduğu zaman sağından solundan p&r oyunu kaçıran, hücumda anlamsız tıkanıklar yaşayan bir oyuncu haline dönüyor Pleiss.
Pleiss konusunda değinmeden bitirmemem gereken son nokta ise takıma eklenen son oyuncu olması ekseninde doğru ya da yanlış tercih olup olmaması. Transfer tarihinin 11 Eylül olmasını hesaptan çıkardığımız zaman Tibor Pleiss bu takımın asıl ihtiyacı olan profilde bir oyuncu değil. Bu takım Tyus'ın yükünü azaltacak bir arka alan bekçisine, bir dev p&r uzunundan daha çok ihtiyaç duyuyordu. Ancak 11 Eylül günü elinize Tibor Pleiss klasında bir oyuncuyu takıma ekleme fırsatı geçiyorsa bunu kullananları yargılamak biraz basketbolun muhafazakarlığı olur. Ayrıca söylemekte beis görmüyorum. Eğer o malum Pleiss-Ataman görüşmesinin ardından Pleiss sözleşmeye evet demek yerine onu New York'a götürecek uçağı beklemeye devam etseydi onun yerine alacağımız isim hali hazırda İstanbul'da olan ve sağlık kontrolünden geçen Loukas Mavrokefalidis olacaktı. Bunu sadece her "bunu nereden bulduk" dediğinizde içinizden geçirmeniz için anlattım.
Ege Arar:
Çift lisanslı gencomuz Ege Arar'a öncelikle yarı-yeni takımı Pertevniyal'de başarılar dilerim. Onun TBL gibi ekmek arası adam yenilen bir ligi tecrübe etmesi ve oranın sertliğine alışması ilerleyen yıllarda işimize yarayabilir. Ancak Best maçında takım re-bound konusunda sıkışınca koçun sahaya hemen Ege'yi atması bize koçun Ege'ye ve onun işi ahlakına güvenini anlatıyor. Geçen sezon da normal sezonun sonlarına doğru sürelerini arttırmayı başaran Ege bize hiç de fena performanslar sunmamıştı. Ancak bu kadar geniş kadroda kendine yer açması neredeyse imkansız. Onun için bu sene sertleşme ve oyununda iyi yaptığı şeyleri daha da keskinleştirme senesi olmalı. Başlangıcı ile bitişi arasındaki süre biraz uzun olacak ama Ege'nin kendini her gün bir adım ileri taşıma hikayesinin sonunda Galatasaray en azından bir yerli rol oyuncusu kazanacak. En azından ben ona en başından beri inanıyorum :/
Gel gelelim şimdi takımda özelden genele doğru yürümeye, takımda beraber verimli olabileceğini düşündüğüm ve sahada beraber yer alırken bahsettiğim işleri yapacak ikili ve üçlülere. Benim coaching fantezi dünyama doğru biraz daha ilerleyelim.
Russ - Diebler:
Mantığı sizin de şu an anladığınız üzere oldukça basit bir ikili. Russ rakibi amansızca delecek, Diebler da Russ'a karşı daralan savunmanın canını yakacak. Ancak burada bahsetmek istediğim bazı hususlar var. Öncelikle bu ikilinin iş yapabilmesi için Russ Smith'in içeri drivelarında dışarıdaki şutları kovalayacak şekilde konsantre edilmesi lazım. Ki bu Russ Smith'in sezon içindeki başarısı için de çok kritik. Eğer 5. hafta Russ'ın dışarıya hiç bakmadığını rakipler fark ederse, 6. hafta ve sonrası kendisi adına bol bol duvara çarpmalarla geçer. Ancak izleyebildiğimiz Olympiacos hazırlık maçında kendisinin alan görüşünü Galatasaray forması altında da gördük. Bu işi atlayacak bir oyuncu olacağını sanmıyorum.
İkilinin Diebler kısmına gelirsek Diebler ve onun şut istikrarı için gerekli olan şey hareket. Diebler'ın kendi bölümünde de bahsettim. Eğer takım statik bir oyun oynarken kendisinden çıkıp çat çat üçlük sokmasını beklersek, daha çok bekleriz. Avrupa'nın -Jaycee Carroll seviyesini atlıyorum- kalburüstü tüm şutörleri top kendisine gelirken hareketli olmaya, topu eline tempolu almaya, hiç olmadı kendi yerinde ufak bi zıplamaya ihtiyaç duyuyor. Onun için biz içeri doğru giren Russ'a bir perde yaparken dışarıda doğru açıya koşacak olan Diebler'a onun isteyeceği hareketliliği sağlamayı unutmamalıyız. Örneğin kenarda çizerken biraz zorlandığım set gibi. Onu hayal edince ne dediğimi anlayacaksınız :/
Sinan - Pleiss:
Evet, Sinan Güler'in hala bu takımın yaratıcılık merkezinin önemli bir parçası olması benim de o kadar hoşuma gitmiyor. Ancak ikili oyun sonrasında perdeyi kullanarak potaya kadar gitmeyi alışkanlık haline getirmiş neredeyse tek p&r handler'ımız ve Pleiss'ı da onunla beraber potaya inan bir kısayla kullanmak daha akıllıca. Neden? Çünkü adam o kadar uzun ki eğer uzun potaya giden kısayı bozmaya karar verir ve bloklamadan şutunu bozarsa hareketli Pleiss'ın o topu tamamlaması ihtimaller içinden en olası olanı. Ya da uzunun karşısında kalacağını fark eden Sinan için kurtuluş yolu sadece topu uzunu geçirecek şekilde havaya bırakmak olacak. Tabii bunlar asıl hedefine ulaşmamış bir ikili oyunun B planları. Asıl hedefte, kaç senedir biliyoruz ki istikrarlı şekilde olmasa da Sinan hareketli uzununu besleyebilen bir kısa.
Bir de belki de bölüm başlığına eklemeliydim ama ondan bağımsız olarak gelişeceği için eklememeyi daha uygun gördüm. Biz bu ikiliyi daha çok Dentmon oyundayken kullansak daha iyi olur. Hem Dentmon'ın top elinden bir şekilde çıkmış, bir kaç hücum da olsa karar verici merkezden uzaklaşarak tüm savunmanın ilgisini üstünden çekmiş olur. Hem de yukarıda belirttiğim "Dentmon hücum inisiyatifi alamayacak adamlarla oynasın" önerimdeki "inisiyatifsizler" hücum planına bir derinlik sağlamış olur. Düşündüğüm zaman, bence makul :/
Daye - Tyus/Deon - Pleiss:
Geliyoruz benim fantezi dünyamın en civcivli ürününe. Aslında hakkını vermem lazım bu fikri aklıma sokan çok saygıdeğer Çağatay Aydın'dır. Diyelim ki; karşımızda bizi pota altında dövme niyetiyle çıkmış bir takım var. Bu çokça karşılaşacağımız bir şey olabilir çünkü Best maçında da gördük ki bize karşı potaya yakın oynamak bizim hem re-bound kalitemizi düşürüyor, hem deliciliğimizi kısıtlıyor, hem de ince olduğumuz için mücadele eşiğimizi düşürüyor. Mesela geçen maç Tyus'tan o kadar hırslı bir reaksiyon alamasaydık takım mental olarak da maçın bir o öne geçsin, bir biz öne geçelim şekilde geçmesine razı olabilirdi. İşte bize bu niyetle çıkan takımlara karşı cebimizde her zaman bir silah olmalı ki bu yönde en çok aklıma yatan şeytanî fikir de bu.
Ve bunu sağladığı için de Austin Daye ve onun basketbol yeteneklerine teşekkür ediyorum. Yetenekleri dolayısıyla sürekli şans bulduğu NBA kariyerinin tamamını 3 numara olarak geçiren Austin Daye'in Euroleague'de o rolde sırıtacağını hiç sanmıyorum. Üstüne üstlük adamın ball-handling ve şut meziyetleri de içerideki ikiliye hem alan hem opsiyon açacaktır. Mesela üç numaradan geçen sene Micov-Lasme olarak oynadığımız ikili oyunları bu senaryoda Daye - Uzun olarak oynayabiliriz.
Bu senaryoda karar veremediğim tek nokta 4 numarada Tyus'ın mı Deon'un mı rol alması gerektiği. Öncelikle Deon'dan hareketli olması, Tibor'la beraber işin savunma tarafında alanı tamamen kapatacak olması ve dışarıdan içeri daha çabuk olması -ve beni double-pick p&r fetişi olmam- dolayısıyla bana daha sıcak gelen seçenek Tyus. Ancak Ergin Ataman'ın spacing konusunda post'ta bulunacak uzuna ne kadar önem verdiğini biliyoruz. Mensah-Bonsu'nun sakat olduğu ve Erceg-Macvan'la oynadığımız dönemler hariç 5 dışarıda yerleşip onun üstüne bir temel oturttuğumuz da yok kendisinin Galatasaray kariyerinde. E bu kabulle yola çıkarsak, Tyus-Pleiss ikilisinde koç Pleiss'ı kuvvetle muhtemelen post'ta arkası dönük kullanmak isteyecektir ve bu anlattığım gibi Pleiss'ın verimliliğini yarı yarıya kesmek olur. Onun için Ergin Ataman gerçeklerinde Deon-Pleiss, Tyus-Pleiss'tan daha uyumlu bir ikili.
Bu uzun bölümü geçmeden önce belirtmek istediğim son nokta ise bu 3'lüden geriye kalan 2'nin içinde mümkünse Dentmon bulunmalı. Onun sorunlarından bahsetmiş olsak da rakip savunmayı esnetmek konusunda elimizdeki en değerli parça olduğunu da atlamamak lazım. Onun şut kullanımına yeşil ışık yakarak 3 kuleyle hücum re-boundlarını da zorlayabiliriz.
Yazıya başlarken şu ikililer kısmını daha uzun tutasım vardı ama zaten oyuncular özelinde bahsederken çokça anlatmışım geri kalan ikili senaryolarımı. Onun için en genele gidip takımın oyunu hakkındaki idealimden bahsedip yazıyı toparlıyorum artık.
Takıma geçecek olursak: Yukarıda anlatmaya çalıştığım ve bir kaç kez de bahsettiğim gibi, kadro mühendisliğimiz gerçekten arızalı. Bu kadar çeşitli hücum silahını bu kadar az savunmacı etiketli oyuncuyla bir arada çok kez göremezsiniz. Ancak basketbol rakibin ya da şartların size sorduğu sorular ve sizin ona verebildiğiniz cevapların oyunudur. Galatasaray'ın bu sezon "bu kadar hücumcuyu nasıl mutlu edeceksin?" sorusuna cevabı klasik yöntemle pozisyon sayısını arttırmak olmalı. Geçen senenin Laboral'i şeklinde bir oyunu transition'a yıkmaktan bahsetmiyorum. Daha çok bir "Seven Seconds or Less" mentalitesinden bahsediyorum. Galatasaray ne olursa olsun yarı sahayı hızlı geçmeli, rakip alana hızlı yerleşmeli, setlerini çabuk ve tempolu oynamalı, çok da evelemeden sonuca erdirmeli.
Tabii bunu yapmak için bazı ön şartlar var. Öncelikle re-bound'u temiz almalısınız. Bu oyunu ilk basketbola sunan ve small-ball devriminin temelini atan Mike D'Antoni'nin Suns'ında kariyerinin peak'inde bir Amar'e vardı ve Marion gibi re-bound konusunda takıma yardımcı olacak dış elemanlara sahipti. Onun için Galatasaray her ama her parçasıyla savunma re-bound'u için savaşmalı. Best maçında beni en çok endişelendiren bu oldu. Eğer pazar günkü olduğu gibi re-boundlar için sadece Tyus mücadele edecek, aldığımız toplarla da Sinan ve Emir'in yaratıcılığını yarı sahada falan kullanacaksak yandı gülüm keten helva. Bu çok net. Bugün olmasa yarın, çok şanslı olsa bile sezonun kritik kısmında patlar o hücum planı. Koşmalıyız, kesinlikle koşmalıyız.
Hücum etmemiz gereken yarı sahadan kendi yarı sahamıza dönerken öncelikle işimizin zor olduğunu söylemem gerekiyor. Geçen sene takımda bulunan en iyi dış savunmacımızı ve savunma bakanımızı kaybettik. Dış savunmacımız Errick'in yerine gelen Russ, ondan daha atlet gözükse de savunma kiti açısından ondan daha geride. Errick kadar uzun kolları yok ve zaten hali hazırda ondan 6 cm civarında kısa. E üst vücut konusunda da Errick, Russ'tan daha yapılı duruyordu ve Errick kendini tamamen takım adayabiliyordu. Russ'tan o takıma olan bağlılığı alıp alamayacağımız maalesef soru işareti.
Lasme - Tyus değişiminde de şunu belirtmek lazım. Tyus geçen sene çok büyük ihtimalle kariyerinin dibini gördü. Ona sürekli yanlış açılarla pas indiren kısalar, saçma sapan match-uplar, 5 rotasyonunda Brown'ın bile arkasında kabul edilmesi falan falan diye gider. Ancak hiç bir zaman da Lasme'nin seviyesinde bir savunmacı olamayacak. Lasme'den daha çabuk, daha hızlı olabilir, ondan daha yükseğe zıplayabilir. Ancak Stephane Lasme sahip olduğu savunma bilgisiyle Avrupa'nın en iyi savunma bakanlarından biriydi. Tyus'tan kendisinin yerini doldurmasını beklemek öncelikle hayalperestlik sonrasında da Tyus'a haksızlık olur. Ondan takım için terini son damlasına kadar akıtmasını isteyelim, o bunu kuşkusuz yapacaktır.
Geçen seneden bu seneye direkt değişim yaptığımız parçalarda geriye adım attık. Bu kabul edilebilir. Ancak bu sene eklediğimiz parçalarda hiç ileriye adım atmamak yaz boyunca anlam veremediğim bir noktaydı. Geçen sene 2 numaradan delinmelerimiz bizim için ana savunma problemiydi, yerine koyduğumuz adam Diebler. İlla artı yazacaktır ama bu sorunun çözümü olması kendi başına zor. E geçen sene post-up oynayan uzunlara karşı da sıkıntı yaşıyorduk -#tamerdinçerbryantısavunsun-. Uzun rotasyonuna kattığımız tek sert adam Deon, onun da yaz boyunca yaşadığı değişimden dolayı bir uzunun arkasında nasıl kalacağını kestiremiyoruz.
Hücum hücum senaryolaştırdığımız zaman savunma konusunda gerçekten iç açıcı durumda olmadığımızı söyleyebilirim. Ancak geçen seneden haneye büyük bir artı yazacak bir şey varsa o da artık 7 değil 15 kişiden oluşan bir rotasyona sahip olmamız. Best maçında 3 yabancımız dışarıdayken takım maçın 15. dakikası geçmeden 11 kişilik rotasyona ulaşmıştı. Bu bize, absürd durumlar olmadığı sürece takımdan hiçbir parçanın +30 dakika süre almamasını sağlayabilir ve sağlamalı. Bunun geçen seneden bu seneye nasıl bir artı oluşturacağını anlatmak için de şu örnek bence isabetli olacaktır: Geçen sezon savunmamızın en büyük deliği Blake Schilb, gerçekten kötü savunma performansı verdiği Canaria deplasmanında sahada 43 dakika 20 saniye kaldı. 45 dakikalık bir maçta sadece 1 dakika 40 saniye dinlendirebilmişiz Blake'i ve ona saha içinde mecbur da değildik. Hem kötü atıyor, hem kötü savunuyorduk. Ancak onun verimsiz de olsa dakikalarına mecburduk. Bu sene değiliz.
Bu sene sahaya giren her oyuncu, sahada olduğu yer dakika savunmada pozisyonu için mücadele etmeli. Evet bazı oyunculara savunmada koruma getirip onların yükünü azaltabiliriz ancak savunma konusunda en az rol verdiğimiz adam bile konsantrasyonunu buraya yıkmalı, mücadele etmeli. Yoksa bu takım için pek bir çıkar yol yok. Galatasaray için konsantre bir savunmadan sonrası ise temiz re-bound, hızlı geçiş, hızlı yerleşim, hızlı set ve hızlı bitiriş şeklinde devam etmeli. Çarpıcı, şaşırtıcı bir takım olmalıyız. Keşke savunma niteliği açısından elimizde daha çok parça olsaydı ancak nicelik olarak bu planı uygulamaya dair bir ışığımız var ve bunu da çalışkan bir coachingle yapabiliriz.
Bu uzun ve yorucu yazının sonuna gelirken takımın içine dair ekleyebileceğim teknik olarak çok şey kalmadı. Son sözlerimi taraftara ayırmak istiyorum. ULEB-FIBA arasındaki saçma mücadele, Euroleague'in sisteminin ne olacağının belli olmaması gibi elimizde olmayan sebeplerden ötürü bu sezon, uzun bir aradan önce oynadığımız son Euroleague sezonu olabilir. Her şeyden önce bu sezonunun tadını çıkarın. Sonrasında ise takımın geçen sene olduğundan daha fazla şekilde taraftarın kendisini arkadan itmesine ihtiyacı var. Bozuk mühendislikli riskli bir takımımız olsa da takımı, bir daha uzun süre göremeyeceğimiz bir arenada yalnız bırakmayın. Herkese iyi günler, iyi Euroleague'ler.
*Yazı iki gün sonra saat 14.41'de bitti.
Emir'i Galatasaray'a transfer etmişken konuşmaya saha içinden çok saha dışından başlamak daha doğru olur. Kendisi Obradovic'in F4 yapan Fenerbahçe'sinin kaptanıyken -ki o sene kritik verimler de verdi- birden bire parası neyse verip direkt rakibe yok pahasına gitmesine göz yumulacak kadar kötü bir profesyonel. Zaten biraz daha iyi bir profesyonel olsa elindeki şu yetenekle bambaşka bir adam olabilirdi. Açıkçası derbi öncesi ciçişlerle aleminden tut, alkollü idmana çıkmaya varan skandalları listesine girip yazıyı yok yere saha dışı değişkenlerle boğmak istemiyorum ancak zaten kendisine bayılmayan taraftarın önündeyken Emir'in Galatasaray'da öyle skandallara imza atma şansı yok. Burası kesin.
Saha içine dönecek olursak, Best maçında doğru kullanılan ve kafası sahada olan bir Emir vardı *Mert Çetin Türkçesi*. Doğru kullanımdan kastım nedir; onu boşu boşuna tepeye çıkartıp bolca yanlış çalışan karar mekanizmasını kullanmaya zorlamadık, aşağıya indirdik. Potaya yönelirken hem uzun kollarını kullandı hem de saha görüşü ile izleyeni bile ters tarafa baktıran paslar attı. Açıkçası 11 sayı - 8 asist yapsa da 3 tane de savunmanın son anda taca çeldiği direkt asisti vardı ki maçtaki oyununun tertemiz olduğunu söylemek gerek. Ancak Emir Preldzic'ten bahsediyorsanız Spahija'nın ikinci senesinin başlangıcı itibariyle düştüğü eşi benzeri olmayan istikrarsızlık çukurunu da gözden kaçırmamalısınız.
Yine Emir'in kullanımı hakkında konuşacak olursam yukarıda da bahsettiğim gibi onu tepede Micov gibi değil de alçakta yön veren olarak kullanmak daha hayrımıza olur. Zaten pozisyonuna göre uzun boyunun üzerine eklenen uzun kollarıyla fena olmayan bir post silahı, öyle kullanarak onun karar mekanizmasını da yormamış oluruz. Özellikle ligde bu bize iki tane p&r man olan uzuna sahipken iç-dış dengesi de verebilir. Yani Best maçında Ergin Ataman'ın parlak fikirlerinden birini izledik. Ancak Emir'den savunma yarı sahasında ne bekleyebiliriz bilmiyorum. Fiziksel özellikleri ile Micov'u çok andırsa da aralarındaki oyun zekası farkı birini iyi birini berbat savunmacı yapıyor işte. Ona Zoc'un ilk F4 senesindeki gibi bir rol biçerek ve kısa sürelerde en azından uyumayacağı bir savunma beklentisi içine girebiliriz. Tabii ki bunu yaparken Emir'e zaten hali hazırda 300K'ya oynadığını ve Galatasaray'ın onun çin elit seviyede son şans olduğunu hatırlatmak gibi tehditlerde iş yapabilir. Ancak yine de hala ondan istikrarlı bir katkı beklemediğimi söylemem gerek. Umarım laflarımı düşüncelerimi bana yutturursun Rile :S
Blake Schilb:
Blake'in kalması Galatasaray'ın yazını en meşgul eden hadiselerden biriydi. Geçen sezonun özellikle kritik noktalarında rakiplerin açık hedefi olan ve ezilen, şut ritmi tamamen dağılan ve neredeyse kötü oynamasına taraftarın ve staff'ın alıştığı Blake Schilb, artı 1 yaş daha yaşlanmışken takımda tutuldu. Tabii bunları üst üste koymuşken Blake'in takımda kalmasının sebebinin saha dışı olduğunu görmek zor değil. Kardeşinin ölümünden sonra Banvit maçına çıkması, tüm sezonu neredeyse büyük bir depresyonla geçirmesi, hepsinin üstüne onun rahatlama göz yaşlarının da başka bir olaydan değil, kupayı kazandıktan sonra gelmesi buzdağının görünen yüzünde onun bir takım için ne kadar doğru karakter olduğunu anlatıyor bize.
Saha dışından içine dönecek olursak bir önceki yazımda onun azalan süreleri ve büyüyen pozisyonuyla bize veriminin artabileceğini söylemiştim. Ancak bu Emir gelmeden önceydi. Emir'in takıma katılmasıyla Blake'in takımda belirli bir rolü kalmadı gibi gözüküyor. Zaten kanat rotasyonunda zengindik, üstüne bir tane daha yaratıcı 3 gelince Blake'in 500K'lık kontratı tamamen takımın havasını yükseltmeye verilmiş gibi durdu. Ki ayrıca Fransa Ligi'nden kontratını karşılayan bir takım çıkarsa Blake'in sessiz sedasız bir şekilde takımdan ayrıldığını görmek sürpriz olmayacak bana kalırsa. Hah tabii hala takımımızda ve bize neler katabileceğine dair konuşmamız gerek.
Eurocup yürüyüşünün son iki ayağında rakibin açık hedefi olmaya devam eden Schilb, tek pivotumuzun olduğu, onun da 203 boyuyla her yere yetişmek zorunda olduğu dönemde bize hayatî bir konuda yardımcı olmuştu. Re-boundlar. 1 basket atıp 4 sayı ürettiği Gran Canaria maçında çektiği re-bound sayısı 8, takımın tamamen kısırlaşıp re-boundların altın değerinde olduğu Strasbourg deplasmanında da 10. Bu sene de re-bound konusunda sıkıntı yaşayacağımız aşikarken oyunda olduğu sürelerde Blake'ten konsantrasyonunu buraya vakfetmesini bekleyebiliriz ki bence 4 re-bound'u aldığı herhangi bir günde Blake Schilb misyonunu tamamlamıştır.
Kendisi bu takımda en bağlılık duyduğum oyuncu, kendisini uzun uzun anlatmak isterdim ancak taş çatlasın 4 ay sonra takımdan ayrılacak biri için yazıyı daha fazla uzatmıyorum. Biraz kalp kırıcı benim için ama böyle :/
Austin Daye:
Bu sezon Avrupalı bir basketbolsever Galatasaray'ı 10 birim merak ediyorsa bunun en az 3-4'ü Austin Daye özelindedir. Zira Ergin Ataman'dan tut, sokaktaki Galatasaraylıya kadar tüm Galatasaray basketbolu da sezona dair umutlarının en üst sırasına Austin Daye'i yazıyor. Öncelikle şanslıyız ki Austin Daye bu yüksek beklentilerinin bile altında kalkabilecek kadar yetenekli bir oyuncu. Hücumda yapamayacağı bişey yok. Ceza şutu kesiyor ki NBA kariyeri bunun üzerineydi, 210 boyuna rağmen acayip bir ball-handler, ikili oynatabiliyor, boşu bulabiliyor. Post oynayabiliyor, alçak post'ta takıma yaratabiliyor. Hani ara sıra Erceg için kullandığımız sürpriz p&r'ları da ondan daha verimli oynayacağımıza şüphem yok. Yani mesela şimdi Austin Daye'i kullanabileceğimiz bi set çizmek için paint'i açtım ama adama playbook hazırlamadığım sürece eksik kalacağı için vazgeçtim. Elimizde işin hücum kısmında öyle büyük bir silah var.
Daye'in bize vereceğinin soru işareti olduğu asıl kısım sahanın diğer tarafı. Aslında fena savunmacı olmamak için kiti mevcut. 210 boy, uzun eller kollar, fena da zıplamıyor ve zamanlaması da kötü sayılmaz. Ama 3 numara oynamak için kendini hiç kalınlaştırmaması ve zaten 3 numara olduğu için sahip olmadığı 4 fundamental'i onun bizim için en büyük handikapları olacak. Savunmada bu eksiklerini çabası ve hareketliliği ile kapatması şart. Ha tabii eklemekte fayda var, Fenerbahçe'yi bir kenara bırakıyorum, bu sezon özellikle Euroleague'de karşılaşacağımız takımların çoğu Best kadar potaya yakın oyuncularla bu kadar uzun süre sahada yer almayacaklardır ama mesela top8 mücadelesindeki direkt rakibimiz Brose'yle yapacağımız maçta Austin Daye'i Nicolo Melli'nin hem iç oyun hem re-bound gazabından nasıl koruyacağımız planını yapmalıyız. Bu konuda aklıma gelen en şeytani şey onun skorerlik dürtüsünü harekete geçirerek Daye'i re-boundlara motive etmek: "Daye eğer re-boundu alırsan ya da iyi savunma yaparsan yarı sahayı geçmek ve hücuma yön vermek senin inisiyatifin" demek, zaten eline istediğinden az top kalacak Daye'in o toplara daha bir şevkle girmesini sağlayabilir.
Takım içi organizasyonda uzunuyla ya da kısasıyla oluşturduğu ikililerde nasıl roller alması gerektiğini, kendini ve takımı nasıl rahatlatacağına şu oyuncular kısmı bitince geçeceğim, o zaman dediğimi daha çok anlayacaksınız ancak sahada olması bile takım kimyasına ekleme yapacak bir oyuncuya sahibiz ve onu salonumuzda çok da uzun süre izlemeyebiliriz - kontratı 1+1 yıllık-. Austin Daye kısmını geçerken size önerebileceğim tek şey onun keyfini çıkarmanız.
Deon Thompson:
"Caliboys"un daha yeteneksiz olanı :( Genel kanaat aksine ben Deon Thompson'ın bizim için oldukça faydalı olabileceğini düşünüyorum. Euroleague seviyesinde tecrübeli, 4 ve 5 numarayı götürebiliyor, fena bir re-bounder değil -geçen sene sahada olduğu sürede re-boundların %14'ünü almış, bizim geçen seneki tek pivotumuz Lasme'de bu oran %16-, kötü savunmacı olduğunu da söyleyemezsin. E post oyunu da var. Bunları yan yana koyduğun zaman Ergin Ataman takımından kontrat alıyorsun zaten. Ancak ondan optimum verimi almamız için eğilmemiz gereken noktalar var.
Öncelikle Deon Thompson'a neredeyse hesapta olmayan bir adam olarak sahip olmak nimet derecesinde olmasa da kendinizi şanslı sayabileceğiniz bir durum. Potaya yaklaşamıyor musun? Al Deon'u, re-bound'da sıkıntıya mı girdin? Al Deon'u. Rakip iki potaya yakın mı kullanıyor? Al Deon'u. Bla bla bla. Ama onun da dikkat etmesi gereken hususlar var.
İzleyebildiğim hazırlık maçlarında tespit edebildiğim üzere kendisi alçak post'ta topu aldığı zaman sürekli bir hızlıca bitirme eğilimi gösteriyor. Bu kendi alışkanlığıysa da koç talimatıysa da yanlış. Topu daha çok paylaşmalı, meşhur iç-dış dengesini sağlayacak şekilde davranmalı zira bu takımda bir de onun top kullanma inisiyatifine ihtiyacımız yok. Ayrıca onu alçak post'ta pas istasyonu olarak kullanabilirsek bu bize en çok tepeden -Pleiss- ya da forvetten -Tyus- ikili oyun oynayabilecek uzunlarımızın verimini arttırmada yardımcı olur. Zaten hafta sonları maça çıkması zor gözüküyor, ekstra çalışarak hücumda kendini bu role versin lütfen :/
İşin savunma kısmına gelirsek Deon Thompson ve mevcut fizik durumundan ne bekleriz bilemiyorum. Verdiği kilolar onu daha çabuk yapmış olabilir, ya da daha çok zıplayabilir hale de getirmiştir belki ama hazırlık maçlarını hiç izleyemediğimiz için bu konuda elimde çokça done yok. Ama aldığı kısa sürelerde geçen sene Bayern eşleşmesinde bolca canımızı sıkan sertliğini sahaya yansıtması bizim için yeterli olacaktır. Ancak onu yapamayacak fizik durumda ise sezon ortası Chuck Davis'i arayan, Maurice N'dour'un kesilmesin bekleyen bir Ergin Ataman görebiliriz.
Orhan Hacıyeva:
Yine kendisinden uzun uzun bahsederek yazıyı yormak gibi bir niyet içinde değilim zira kendisi de koçtan herhangi bir rol almayı ummuyor. Ayrıca çift lisanslı Ege Arar bile evlat ve re-bound kontenjanından kendinden önde dururken bu sene toplam 60 dakika sahada kalması herkes adına bir sürpriz olur. Ancak belirtmekte fayda var. Kendisi burada olmaktan büyük gurur duyuyor. İmza törenine babasını getirmiş ve onun kendinden nasıl gurur duyduğunu görmek istemiş. Galatasaray'da oynamak onun için yaşam hedeflerinden biriydi. Bunun altını biraz doldurabilmek, bir gün sonra bir hücum daha fazla sahada kalabilmek için sahada her şeyi yapacaktır. Bence "o maçta da Orhan iyi oynamıştı" diyeceğimiz en azından bir lig maçı olacak ki bu da kontrat/veriminde bize yeterli olacaktır.
Alex Tyus:
Takımımızın yegane savunmacısı, göz bebeğimiz, pamuklara sararak korumamız lazım gelen top oynasın diye sırtına vurmamız gereken oyuncumuz. Avrupa'da bu kadar sivrilmesini sağlayan çabukluğundan ve kesiciliğinden zira, savunma eforu harcama konusunda da mevcut kadroda yanına yaklaşabilir bir parçamız yok. Onun için onun iyi bir sezon geçirmesi, Daye haricinde herhangi birinin iyi bir sezon geçirmesinden daha önemli.
Savunması konusunda anlatabileceğim çok bir şey yok haliyle. Aklımıza gelebilecek her şeyi yapmak zorunda Tyus. Rakibi bozmalı, re-bound için savaşmalı, ikili oyunda kısanın karşısına çıkmalı, yardıma gelmeli, zayıf tarafı savunmalı falan falan falan. Benim boş laf yapmadan anlatmam gereken yer onun hücumda bize neler katabileceği... Tabii savunmadan dermanı kalırsa...
Öncelikle Tyus'ın yarı saha hücumunda en keskin olduğu nokta ok gibi potaya fırladığı ikili oyunlar olsa da hücumunun en verimli noktası kameraların bile yakalayamadığı rim-run'dır. Onu bu sene çokça yaptığı bloktan 5 saniye sonra karşı potada alley-oop bitirirken görebiliriz. Yarı sahaya yerleştiğimizde de potaya hızlı atak etmesiyle beraber Russ'ın handler'lığında korkutucu bir 1-5 ikilisi olabilirler. Onun ötesinde Alex Tyus'ın zaten çok geniş bir hücum skalası olmadığını biliyoruz. Ancak Tyus bölümünü hafif hafif geçerken hem o hem Pleiss için önemli olan bir yerleşim düşüncemi iki bölümün tam arasına bırakmak istiyorum.
Tibor Pleiss:
Bu kısma şu naçizane isyanımla başlamak istiyor zira Tibor Pleiss cidden bir post-up silahı değildir. Muhtemelen koç onu Best maçında Deon hiç olmadığı için o rolde oynatmayı düşündü yoksa izleyebildiğimiz AEK maçındaki geri dönüşte Deon ve Pleiss aynı beşteydi ve Pleiss da olması gerektiği gibi tepede Russ'a perde yapıp alan açarken Deon da alçakta iç-dış dengesini sağlıyordu. Yukarıdaki taslak Pleiss'ın kullanımı için en ideal senaryomuz denilebilir. Çünkü Laboral'deki o göz alıcı sezonunda ekmeği suyu Heurtel ve Causeur'le oynadıklarını ikili oyunlardı. E zaten bu adam 220 boyunda, üstüne üstlük bir de iyi açıyla devriliyor, eğer kısası kör değilse potaya yakın vaziyette top almak onun için kolay bir durum. E potaya yakında da iyi bitirici. Ergin Ataman onu boşu boşuna alçak post'ta sırtı dönük kullanarak heba etmemeli.
Pleiss'ın bizim için daha önemli kısım olan savunmada ise neler yapabileceği gerek hazırlık maçlarında görmediğimiz için gerek de NBA dönüşü özgüveninin ne alemde olduğunu bilmediğimiz için soru işareti. Ancak 2-3 alan savunması arkayı kapatmak, re-bound konusunda takımı rahatlatmak -kötü Barça senesi bile %18'den fazla sahada olduğu sürelerdeki re-bound yüzdesi- ve biraz da sert durarak arkayı elleri kolları ile korumak için gerekli kite sahip. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi özgüveni bu konuda çok önemli zira özgüveni düşük olduğu zaman sağından solundan p&r oyunu kaçıran, hücumda anlamsız tıkanıklar yaşayan bir oyuncu haline dönüyor Pleiss.
Pleiss konusunda değinmeden bitirmemem gereken son nokta ise takıma eklenen son oyuncu olması ekseninde doğru ya da yanlış tercih olup olmaması. Transfer tarihinin 11 Eylül olmasını hesaptan çıkardığımız zaman Tibor Pleiss bu takımın asıl ihtiyacı olan profilde bir oyuncu değil. Bu takım Tyus'ın yükünü azaltacak bir arka alan bekçisine, bir dev p&r uzunundan daha çok ihtiyaç duyuyordu. Ancak 11 Eylül günü elinize Tibor Pleiss klasında bir oyuncuyu takıma ekleme fırsatı geçiyorsa bunu kullananları yargılamak biraz basketbolun muhafazakarlığı olur. Ayrıca söylemekte beis görmüyorum. Eğer o malum Pleiss-Ataman görüşmesinin ardından Pleiss sözleşmeye evet demek yerine onu New York'a götürecek uçağı beklemeye devam etseydi onun yerine alacağımız isim hali hazırda İstanbul'da olan ve sağlık kontrolünden geçen Loukas Mavrokefalidis olacaktı. Bunu sadece her "bunu nereden bulduk" dediğinizde içinizden geçirmeniz için anlattım.
Ege Arar:
Çift lisanslı gencomuz Ege Arar'a öncelikle yarı-yeni takımı Pertevniyal'de başarılar dilerim. Onun TBL gibi ekmek arası adam yenilen bir ligi tecrübe etmesi ve oranın sertliğine alışması ilerleyen yıllarda işimize yarayabilir. Ancak Best maçında takım re-bound konusunda sıkışınca koçun sahaya hemen Ege'yi atması bize koçun Ege'ye ve onun işi ahlakına güvenini anlatıyor. Geçen sezon da normal sezonun sonlarına doğru sürelerini arttırmayı başaran Ege bize hiç de fena performanslar sunmamıştı. Ancak bu kadar geniş kadroda kendine yer açması neredeyse imkansız. Onun için bu sene sertleşme ve oyununda iyi yaptığı şeyleri daha da keskinleştirme senesi olmalı. Başlangıcı ile bitişi arasındaki süre biraz uzun olacak ama Ege'nin kendini her gün bir adım ileri taşıma hikayesinin sonunda Galatasaray en azından bir yerli rol oyuncusu kazanacak. En azından ben ona en başından beri inanıyorum :/
Gel gelelim şimdi takımda özelden genele doğru yürümeye, takımda beraber verimli olabileceğini düşündüğüm ve sahada beraber yer alırken bahsettiğim işleri yapacak ikili ve üçlülere. Benim coaching fantezi dünyama doğru biraz daha ilerleyelim.
Russ - Diebler:
Mantığı sizin de şu an anladığınız üzere oldukça basit bir ikili. Russ rakibi amansızca delecek, Diebler da Russ'a karşı daralan savunmanın canını yakacak. Ancak burada bahsetmek istediğim bazı hususlar var. Öncelikle bu ikilinin iş yapabilmesi için Russ Smith'in içeri drivelarında dışarıdaki şutları kovalayacak şekilde konsantre edilmesi lazım. Ki bu Russ Smith'in sezon içindeki başarısı için de çok kritik. Eğer 5. hafta Russ'ın dışarıya hiç bakmadığını rakipler fark ederse, 6. hafta ve sonrası kendisi adına bol bol duvara çarpmalarla geçer. Ancak izleyebildiğimiz Olympiacos hazırlık maçında kendisinin alan görüşünü Galatasaray forması altında da gördük. Bu işi atlayacak bir oyuncu olacağını sanmıyorum.
İkilinin Diebler kısmına gelirsek Diebler ve onun şut istikrarı için gerekli olan şey hareket. Diebler'ın kendi bölümünde de bahsettim. Eğer takım statik bir oyun oynarken kendisinden çıkıp çat çat üçlük sokmasını beklersek, daha çok bekleriz. Avrupa'nın -Jaycee Carroll seviyesini atlıyorum- kalburüstü tüm şutörleri top kendisine gelirken hareketli olmaya, topu eline tempolu almaya, hiç olmadı kendi yerinde ufak bi zıplamaya ihtiyaç duyuyor. Onun için biz içeri doğru giren Russ'a bir perde yaparken dışarıda doğru açıya koşacak olan Diebler'a onun isteyeceği hareketliliği sağlamayı unutmamalıyız. Örneğin kenarda çizerken biraz zorlandığım set gibi. Onu hayal edince ne dediğimi anlayacaksınız :/
Sinan - Pleiss:
Evet, Sinan Güler'in hala bu takımın yaratıcılık merkezinin önemli bir parçası olması benim de o kadar hoşuma gitmiyor. Ancak ikili oyun sonrasında perdeyi kullanarak potaya kadar gitmeyi alışkanlık haline getirmiş neredeyse tek p&r handler'ımız ve Pleiss'ı da onunla beraber potaya inan bir kısayla kullanmak daha akıllıca. Neden? Çünkü adam o kadar uzun ki eğer uzun potaya giden kısayı bozmaya karar verir ve bloklamadan şutunu bozarsa hareketli Pleiss'ın o topu tamamlaması ihtimaller içinden en olası olanı. Ya da uzunun karşısında kalacağını fark eden Sinan için kurtuluş yolu sadece topu uzunu geçirecek şekilde havaya bırakmak olacak. Tabii bunlar asıl hedefine ulaşmamış bir ikili oyunun B planları. Asıl hedefte, kaç senedir biliyoruz ki istikrarlı şekilde olmasa da Sinan hareketli uzununu besleyebilen bir kısa.
Bir de belki de bölüm başlığına eklemeliydim ama ondan bağımsız olarak gelişeceği için eklememeyi daha uygun gördüm. Biz bu ikiliyi daha çok Dentmon oyundayken kullansak daha iyi olur. Hem Dentmon'ın top elinden bir şekilde çıkmış, bir kaç hücum da olsa karar verici merkezden uzaklaşarak tüm savunmanın ilgisini üstünden çekmiş olur. Hem de yukarıda belirttiğim "Dentmon hücum inisiyatifi alamayacak adamlarla oynasın" önerimdeki "inisiyatifsizler" hücum planına bir derinlik sağlamış olur. Düşündüğüm zaman, bence makul :/
Daye - Tyus/Deon - Pleiss:
Geliyoruz benim fantezi dünyamın en civcivli ürününe. Aslında hakkını vermem lazım bu fikri aklıma sokan çok saygıdeğer Çağatay Aydın'dır. Diyelim ki; karşımızda bizi pota altında dövme niyetiyle çıkmış bir takım var. Bu çokça karşılaşacağımız bir şey olabilir çünkü Best maçında da gördük ki bize karşı potaya yakın oynamak bizim hem re-bound kalitemizi düşürüyor, hem deliciliğimizi kısıtlıyor, hem de ince olduğumuz için mücadele eşiğimizi düşürüyor. Mesela geçen maç Tyus'tan o kadar hırslı bir reaksiyon alamasaydık takım mental olarak da maçın bir o öne geçsin, bir biz öne geçelim şekilde geçmesine razı olabilirdi. İşte bize bu niyetle çıkan takımlara karşı cebimizde her zaman bir silah olmalı ki bu yönde en çok aklıma yatan şeytanî fikir de bu.
Ve bunu sağladığı için de Austin Daye ve onun basketbol yeteneklerine teşekkür ediyorum. Yetenekleri dolayısıyla sürekli şans bulduğu NBA kariyerinin tamamını 3 numara olarak geçiren Austin Daye'in Euroleague'de o rolde sırıtacağını hiç sanmıyorum. Üstüne üstlük adamın ball-handling ve şut meziyetleri de içerideki ikiliye hem alan hem opsiyon açacaktır. Mesela üç numaradan geçen sene Micov-Lasme olarak oynadığımız ikili oyunları bu senaryoda Daye - Uzun olarak oynayabiliriz.
Bu senaryoda karar veremediğim tek nokta 4 numarada Tyus'ın mı Deon'un mı rol alması gerektiği. Öncelikle Deon'dan hareketli olması, Tibor'la beraber işin savunma tarafında alanı tamamen kapatacak olması ve dışarıdan içeri daha çabuk olması -ve beni double-pick p&r fetişi olmam- dolayısıyla bana daha sıcak gelen seçenek Tyus. Ancak Ergin Ataman'ın spacing konusunda post'ta bulunacak uzuna ne kadar önem verdiğini biliyoruz. Mensah-Bonsu'nun sakat olduğu ve Erceg-Macvan'la oynadığımız dönemler hariç 5 dışarıda yerleşip onun üstüne bir temel oturttuğumuz da yok kendisinin Galatasaray kariyerinde. E bu kabulle yola çıkarsak, Tyus-Pleiss ikilisinde koç Pleiss'ı kuvvetle muhtemelen post'ta arkası dönük kullanmak isteyecektir ve bu anlattığım gibi Pleiss'ın verimliliğini yarı yarıya kesmek olur. Onun için Ergin Ataman gerçeklerinde Deon-Pleiss, Tyus-Pleiss'tan daha uyumlu bir ikili.
Bu uzun bölümü geçmeden önce belirtmek istediğim son nokta ise bu 3'lüden geriye kalan 2'nin içinde mümkünse Dentmon bulunmalı. Onun sorunlarından bahsetmiş olsak da rakip savunmayı esnetmek konusunda elimizdeki en değerli parça olduğunu da atlamamak lazım. Onun şut kullanımına yeşil ışık yakarak 3 kuleyle hücum re-boundlarını da zorlayabiliriz.
Yazıya başlarken şu ikililer kısmını daha uzun tutasım vardı ama zaten oyuncular özelinde bahsederken çokça anlatmışım geri kalan ikili senaryolarımı. Onun için en genele gidip takımın oyunu hakkındaki idealimden bahsedip yazıyı toparlıyorum artık.
Takıma geçecek olursak: Yukarıda anlatmaya çalıştığım ve bir kaç kez de bahsettiğim gibi, kadro mühendisliğimiz gerçekten arızalı. Bu kadar çeşitli hücum silahını bu kadar az savunmacı etiketli oyuncuyla bir arada çok kez göremezsiniz. Ancak basketbol rakibin ya da şartların size sorduğu sorular ve sizin ona verebildiğiniz cevapların oyunudur. Galatasaray'ın bu sezon "bu kadar hücumcuyu nasıl mutlu edeceksin?" sorusuna cevabı klasik yöntemle pozisyon sayısını arttırmak olmalı. Geçen senenin Laboral'i şeklinde bir oyunu transition'a yıkmaktan bahsetmiyorum. Daha çok bir "Seven Seconds or Less" mentalitesinden bahsediyorum. Galatasaray ne olursa olsun yarı sahayı hızlı geçmeli, rakip alana hızlı yerleşmeli, setlerini çabuk ve tempolu oynamalı, çok da evelemeden sonuca erdirmeli.
Tabii bunu yapmak için bazı ön şartlar var. Öncelikle re-bound'u temiz almalısınız. Bu oyunu ilk basketbola sunan ve small-ball devriminin temelini atan Mike D'Antoni'nin Suns'ında kariyerinin peak'inde bir Amar'e vardı ve Marion gibi re-bound konusunda takıma yardımcı olacak dış elemanlara sahipti. Onun için Galatasaray her ama her parçasıyla savunma re-bound'u için savaşmalı. Best maçında beni en çok endişelendiren bu oldu. Eğer pazar günkü olduğu gibi re-boundlar için sadece Tyus mücadele edecek, aldığımız toplarla da Sinan ve Emir'in yaratıcılığını yarı sahada falan kullanacaksak yandı gülüm keten helva. Bu çok net. Bugün olmasa yarın, çok şanslı olsa bile sezonun kritik kısmında patlar o hücum planı. Koşmalıyız, kesinlikle koşmalıyız.
Hücum etmemiz gereken yarı sahadan kendi yarı sahamıza dönerken öncelikle işimizin zor olduğunu söylemem gerekiyor. Geçen sene takımda bulunan en iyi dış savunmacımızı ve savunma bakanımızı kaybettik. Dış savunmacımız Errick'in yerine gelen Russ, ondan daha atlet gözükse de savunma kiti açısından ondan daha geride. Errick kadar uzun kolları yok ve zaten hali hazırda ondan 6 cm civarında kısa. E üst vücut konusunda da Errick, Russ'tan daha yapılı duruyordu ve Errick kendini tamamen takım adayabiliyordu. Russ'tan o takıma olan bağlılığı alıp alamayacağımız maalesef soru işareti.
Lasme - Tyus değişiminde de şunu belirtmek lazım. Tyus geçen sene çok büyük ihtimalle kariyerinin dibini gördü. Ona sürekli yanlış açılarla pas indiren kısalar, saçma sapan match-uplar, 5 rotasyonunda Brown'ın bile arkasında kabul edilmesi falan falan diye gider. Ancak hiç bir zaman da Lasme'nin seviyesinde bir savunmacı olamayacak. Lasme'den daha çabuk, daha hızlı olabilir, ondan daha yükseğe zıplayabilir. Ancak Stephane Lasme sahip olduğu savunma bilgisiyle Avrupa'nın en iyi savunma bakanlarından biriydi. Tyus'tan kendisinin yerini doldurmasını beklemek öncelikle hayalperestlik sonrasında da Tyus'a haksızlık olur. Ondan takım için terini son damlasına kadar akıtmasını isteyelim, o bunu kuşkusuz yapacaktır.
Geçen seneden bu seneye direkt değişim yaptığımız parçalarda geriye adım attık. Bu kabul edilebilir. Ancak bu sene eklediğimiz parçalarda hiç ileriye adım atmamak yaz boyunca anlam veremediğim bir noktaydı. Geçen sene 2 numaradan delinmelerimiz bizim için ana savunma problemiydi, yerine koyduğumuz adam Diebler. İlla artı yazacaktır ama bu sorunun çözümü olması kendi başına zor. E geçen sene post-up oynayan uzunlara karşı da sıkıntı yaşıyorduk -#tamerdinçerbryantısavunsun-. Uzun rotasyonuna kattığımız tek sert adam Deon, onun da yaz boyunca yaşadığı değişimden dolayı bir uzunun arkasında nasıl kalacağını kestiremiyoruz.
Hücum hücum senaryolaştırdığımız zaman savunma konusunda gerçekten iç açıcı durumda olmadığımızı söyleyebilirim. Ancak geçen seneden haneye büyük bir artı yazacak bir şey varsa o da artık 7 değil 15 kişiden oluşan bir rotasyona sahip olmamız. Best maçında 3 yabancımız dışarıdayken takım maçın 15. dakikası geçmeden 11 kişilik rotasyona ulaşmıştı. Bu bize, absürd durumlar olmadığı sürece takımdan hiçbir parçanın +30 dakika süre almamasını sağlayabilir ve sağlamalı. Bunun geçen seneden bu seneye nasıl bir artı oluşturacağını anlatmak için de şu örnek bence isabetli olacaktır: Geçen sezon savunmamızın en büyük deliği Blake Schilb, gerçekten kötü savunma performansı verdiği Canaria deplasmanında sahada 43 dakika 20 saniye kaldı. 45 dakikalık bir maçta sadece 1 dakika 40 saniye dinlendirebilmişiz Blake'i ve ona saha içinde mecbur da değildik. Hem kötü atıyor, hem kötü savunuyorduk. Ancak onun verimsiz de olsa dakikalarına mecburduk. Bu sene değiliz.
Bu sene sahaya giren her oyuncu, sahada olduğu yer dakika savunmada pozisyonu için mücadele etmeli. Evet bazı oyunculara savunmada koruma getirip onların yükünü azaltabiliriz ancak savunma konusunda en az rol verdiğimiz adam bile konsantrasyonunu buraya yıkmalı, mücadele etmeli. Yoksa bu takım için pek bir çıkar yol yok. Galatasaray için konsantre bir savunmadan sonrası ise temiz re-bound, hızlı geçiş, hızlı yerleşim, hızlı set ve hızlı bitiriş şeklinde devam etmeli. Çarpıcı, şaşırtıcı bir takım olmalıyız. Keşke savunma niteliği açısından elimizde daha çok parça olsaydı ancak nicelik olarak bu planı uygulamaya dair bir ışığımız var ve bunu da çalışkan bir coachingle yapabiliriz.
Bu uzun ve yorucu yazının sonuna gelirken takımın içine dair ekleyebileceğim teknik olarak çok şey kalmadı. Son sözlerimi taraftara ayırmak istiyorum. ULEB-FIBA arasındaki saçma mücadele, Euroleague'in sisteminin ne olacağının belli olmaması gibi elimizde olmayan sebeplerden ötürü bu sezon, uzun bir aradan önce oynadığımız son Euroleague sezonu olabilir. Her şeyden önce bu sezonunun tadını çıkarın. Sonrasında ise takımın geçen sene olduğundan daha fazla şekilde taraftarın kendisini arkadan itmesine ihtiyacı var. Bozuk mühendislikli riskli bir takımımız olsa da takımı, bir daha uzun süre göremeyeceğimiz bir arenada yalnız bırakmayın. Herkese iyi günler, iyi Euroleague'ler.
*Yazı iki gün sonra saat 14.41'de bitti.
Çok güzel yazmışsın, iyi hoş lâkin unuttuğun bir husus mevcut = Bunu insan okuyacak.
YanıtlaSilYazının tek kusuru fazla uzun olması olmuş. Bence bundan ala övgü yoktur cidden sezona bakışımı değiştiren, teknik anlamda zengin ve emek kokan bir yazı görüyorum. Ciddi manada eline sağlık başkan 😄
YanıtlaSileline sağlık hocam, 2 saat sonra salona doğru yola koyulacağım. maç atmosferine erken girdim
YanıtlaSilTop 10 Casinos near Fort Myers, FL - MapyRO
YanıtlaSilBest Casinos near 천안 출장샵 Fort Myers, FL 이천 출장샵 · 7. Casinos near Fort Myers, FL · 8. Casinos near Fort Myers, FL 강원도 출장안마 · 7. Casinos near Fort Myers, FL · 6. Casinos 부천 출장안마 near Fort Myers, FL · 상주 출장샵 5.