Bulduğumuzun, umduğumuzun amortisi bile olmadığı, çok defa maç için oturduğumuz koltuktan sinirli ve üzgün bir şekilde kalktığımız bir sezonu ufak ufak geride bırakmaya başladık. Euroleague'de zaten anlamsız şekilde erken havlu atarak oluşabilecek ufak şansları da kendi elimizle bitirdik, Türkiye Kupası deseniz yine tembel coaching'in kurbanı olduk. Elimizde şu an sadece Türkiye Ligi kaldı ancak ondan da ümitvar olmak için elimizde yeterli veri yok. İki sene önceki zulüm sezonunda bile Euroleague'deki cenaze törenimiz Zalgiris deplasmanında olmuştu ve o maçın tarihi de 26 Şubat'tı. Bense bu yazıyı 22 Şubat günü yazıyorum. Bu bile Galatasaray'ın sezonunun hem şube hem de yaklaşık 5 bin kombine alarak tüm yaz heyecanla sezonun başlamasını bekleyen taraftarlar için ne kadar yıpratıcı olduğunun göstergesi. Hele ki geçen sezondan sonra
Bu yıpratıcılık Galatasaray'ın Oktay Mahmuti'nin geldiği günden itibaren başlattığı yukarıya doğru yürüyüşü birden tersine çevirebilecek kadar güçlü. Galatasaray basketbolu eğer çok da yüksek olmasa da saygın olan seviyesini korumak istiyorsa bu sezonu daha bu sezon bitmeden geride bırakmayı bilmeli. 22 Şubat'ta lig için uygun play-off senaryoları yazmak yerine yeni sezonun kadrosunu dizecek bir yazı işine girmemin sebebi de bu. Yaşanan kur krizi, Euroleague'den düşecek olmak, Ataman'ın seneye olası hedefsizliği falan derken Haziran ayında play-off'tan elendiğimizde, Haziran ayından sonra çözülemeyecek sorunlarla uğraşıyor olacağız. Takımda sevabı günahından kesinlikle yüksek çıkan sadece iki yabancı varken de yaşanacak yabancı sirkülasyonu geçen seneden daha durgun olmayacak. Onun için kulübün -eğer varsa- basketbol aklının en azından oyuncu değişimine hazırlıklı olması lazım.
Bu genel istikra-i ahval'in ardından benim kısa kısa anlatacağım, 5 M USD bandında maaş dağıtacak bir takımın bütçesini zorlamayacak, Galatasaray'ı sıçrama tahtası olarak kullanabilecek -ki ülkemizin yaşadığı ve ileride derinleşmesi beklenen malum döviz krizine de bakarak Galatasaray'ın kendini konumlandırması gereken konum budur- oyunculardan oluşan listemin ilk kısmı aşağıdadır. Çok derinlemesine analiz beklemeyin zira ben de bu oyunculara öyle 8000 vuruşluk analiz kasacak kadar hakim değilim şu an. Ancak hem bi beyin jimnastiği yapalım, hem blog işlesin, hem olur da bi 5 tanesi falan üst seviyeye transfer olursa "biz bunları köşemizde yazdık" diyelim. Fena bir iş olmayacağını umuyorum.
Andrew Albicy:
26 yaşındaki MoraBanc Andorra oyuncusu, Fransız oyun kurucu. Albicy hakkındaki laflarıma başlamadan önce belirtmem gereken bir husus var. Alt seviyeden çıkış yapacak guard araştırıyorken asist sayılarına odaklanmak ciddi bir hatadır. Çünkü Fransa ve İsrail gibi temposu anlamsızca yüksek liglerde bir çok yalancı asistçi mevcut. Aynı örnekleri Çin Ligi ve D-League'den de verebiliriz. Sahaya basketbol oynamaya çıkan takım sayısının az olduğu bu liglerde, ancak ve ancak basketbol oynanan ortamlarda kıstas olabilecek asist sayısı oyuncuların oyun zekaları ve saha görüşleri hakkında fikir vermez, aksine yanıltıcı olur. En kanlı canlı örnekleri gözümüzün önünde basketbol oynayan Courtney Fortson ve OAKA deplasmanına bile 1'e 5 basketbol oynamaya çıkan Russ Smith'in bir üst seviyeye çıkmadan önceki asist sayıları. Sırası gelmişken bolca övülen ancak oyun değil saat kurmaktan aciz olan DJ Cooper'ın da bu duvara toslayacağını tahminini de şöyle usulca buraya bırakmak istiyorum.
Ancak Andrew Albicy'de durum öyle değil. İspanya Ligi'nin 3'te 2'sinin tamamlandığı bugünlerde takımını hala play-off potasında tutmayı başaran oyunculardan biri olan Albicy'nin en belirgin özelliği ikili oyunlardaki handler meziyetleri. Takımının uzunu olan ve kariyerindeki ikinci çıkışını yaşayan Georgi Shermadini ile birlikte çok iyi bir 1-5 uyumu sağlayan Fransız guard, ACB gibi karakteri uzun-kısa uyumu ile tanımlanan bir ligdeki ciddi bir takımda 7.3 asist ortalaması yakalamayı başardı.
Yine onun bu başarısını tanımlayacak istatistiklerden biri de partneri Shermadini'nin yakaladığı hücum istatistikleri. Bu sezon ACB'de %64 saha içi isabet oranıyla 14.8 sayı ortalaması yakalayan Shermadini sayı ortalaması olarak kariyerinin zirvesinde ve saha içi isabet anlamında da Cantu günlerinden beri en yüzdeli sezonunu yaşıyor. He peki Albicy'nin oyun alışkanlıkları nelerdir? Hücumda odaklandığı ilk iş her zaman boşa çıkan arkadaşlarını pasla ödüllendirmek. İspanya Ligi genelde potaya yakın iki uzunla oynandığı için pek içeri dalışları tercih etmiyor ama ettiği Fransa günlerinde de potanın yakınına girdiği zaman bile aklında hep uzununu bir şekilde topla buluşturmak vardı. İşin skor kısmına geçtiğimizde de pass-first olmasının yanında şut kullanmama yemini etmiş gibi oyunu kastıran bir kısa değil Albicy. Maç başına 3.75 tane üç sayılık atış deniyor. Şutlarının çoğu ikili oyunda iki savunmacı da uzunda kaldığı için kullanılmış pull-up'lar olduğu için ortalaması biraz düşük (%31) ancak bir pass-first için fena bir şutör değil.
İşin savunma tarafında ise Albicy'nin en büyük sıkıntısı ufak olması. Hoş ufak boylu kısalar da son yıllarda iyice ACB'nin karakterine işlemeye başladı da neyse o başka bir yazının konusu. Ancak bu 178 boyuna karşın asla güçsüz bir oyuncu değil. Rakibini karşılamasını biliyor ve bu sezon ACB'de maç başına 1.6 top çalma ortalamasıyla oynadı. Bu zaten açık ara asist kralı olduğu ligde onu top çalmada da 4. sıraya koyuyor.
Uzun lafın kısası Andrew Albicy önümüzdeki sene 27 yaşında olacak ve kariyerinin peak dönemlerinden birini geçirecek. P&R üzerinden kendine oyun tanımlayan bir koç ve ikili oyuna uygun, cezasını kesen - cut'ını işleyen bir kadro ile birlikte Galatasaray seviyesinde takımlar için uygun transfer hedeflerinden biri olabilir. Mercekler üzerinde kalmalı zira herkes asist kralı olup takımını İspanya Ligi play-offlarına taşıyan bir kısayı gözünden kaçırmayacaktır.
Amedeo Della Valle:
23 yaşındaki Reggio Emilia oyuncusu. İtalyan 2 numara. Artık kendisinden evlat diye bahsetmekte bir beis görmüyorum çünkü 2 yaz geçti, önümüzdeki yaz ondan bir üst seviyeye transfer olmasını beklediğim 3. yaz olacak. Hoş, bildiğim kadarıyla bu yaz sözleşmesi bitiyor ve geçen sezondan beri menajeri olan Misko ona illa potansiyelini yansıtacağı bir takıma götürecektir ancak Avrupa'nın Avrupa'da kalacak genç yeteneklerinden bahsedilirken adının geçmemesi, henüz bir Euroleague takımıyla bile adının anılmaması garipsenecek iş doğrusu.
Neyse kariyeri hakkındaki üstün körü fikirlerimi bi kenara bırakalım, oyununu irdeleyelim. Della Valle'nin oyununu irdeleyeceksek de bahsetmemiz gereken ilk nokta doğal bir skorer olması. Skorun her türlüsünü, maçın her anında atabilen oyuncu bir beyaz için heyecanlandırıcı seviyede bir skorer. Sahip olduğu ball-handling ve tanrı vergisi denilebilecek seviyede uygun şut stiliyle pull-up şutlar konusunda başarılı olan oyuncu, aynı şekilde o şutları kullanacak özgüvene de sahip. Bir beyaza göre standartın oldukça üstünde olan ayak çabukluğu ve fena olmayan atletizmiyle beraber cut işleyebiliyor ve bunları handling'iyle birleştirdiği zamanda da potaya gitmesini biliyor. Bunların üzerine son bir senedir perde kullanmayı eklediğini ve yarı sahayı tempolu geçtiği zaman potaya yaklaşmak konusunda sıkıntı yaşamadığını da belirtelim.
Bu hücum meziyetlerini sayılarla anlatmak gerekirse, kendisi yayın gerisinden %44'le oynuyor. Hucüm rolü ceza şutörü olan bir oyuncu için bile kabul edilir, hatta övülür bir oran. Ancak Della Valle bunu maç başına 7 üç sayılık atış deneyerek yapıyor. Delişmen skorerleriyle meşhur Lega Basket'te bu maç başına şut sayısını geçen tek isim ligin sayı kralı Marcus Landry. Maç başına bir o kadar da iki sayılık atış deneyen Della Valle'nin saha içi isabet oranı bir dış skorer için gayet makul sayılabilecek seviyede: %41.
Potayla olan ilişkisinden bahsettik, biraz da oyununun diğer taraflarına bakmak icab eder. Della Valle'nin oyun karakteristiğinde en çok öne çıkan mental özelliği sahada olduğu her anda kendini maça adaması. Maçın herhangi bir dakikasında farkın kaç olduğu onun asla umrunda değil. O sürekli aynı performansı göstermeye çalışıyor, hücumda aynı agresiflikte şut kullanıyor ve savunmada aynı çabayla oynuyor. Ancak Della Valle'nin oyununun en büyük handikabı da biraz da buradan çıkıyor. Gençlik ateşiyle birlikte sahada olduğu her dakika, takımına katma değer eklemeye çalışırken bolca yanlış karar alıyor. Geçtiğimiz sezonlarda top çalma konusunda oldukça agresif olan ve bolca da eşleşme hatası yapan oyuncu bu özelliklerini törpülese de hala şut seçme konusunda olgun bir oyuncu değil. Ancak bunun mes'ulünün sadece kendisinin olmadığını da belirtmek lazım. Della Valle'nin birlikte oynadığı en iyi pass-first oyuncu 40 yaşına merdiven dayamış olan Rimantas Kaukenas ve profesyonel anlamda tek oynadığı lig de Lega Basket. Bana şu yukarıdaki twitter anısını yaşatmış olacak kadar sıkıntılı bir karar mekanizması var ancak kesinlikle eğitilmeyecek seviyede değil.
Özetleyecek olursam Amedeo Della Valle, yıllardır kenarda köşede kendisine baba şefkati gösterecek bir yetiştirici koç bekliyor. Ancak beklerken de skor yanını fırsat bulduğu zaman Avrupa'nın elitlerinden olacak seviyeye kadar da keskinleştirmeyi başardı. Paul Zipser'i Chicago Bulls'a kakalayan, NBA Draftlarında etkisi olacak kadar ciddi bir menajer olan Raznatovic'in elindeki bu değerli parçayı olabilecek en ışıltılı vitrine koyacağından şüphe yok. Keşke o vitrinin ışıkları sarı-kırmızı olsa...
Howard Sant-Roos:
26 yaşındaki CEZ Nymburk oyuncusu. Kübalı guard/forvet. Howard Sant-Roos, Basketbol Şampiyonlar Ligi isimli abuk organizasyonun Avrupa basketboluna kazandırdığı sayılı güzel şeyden biri. Perimetredeki aktif oyunu, atletizmi ve bunu hem hücumda hem savunmada kullanması, seviyesi için fena sayılmayan skor meziyetleri ile bu oyuncu keşfetme işlerinde Avrupa'nın en büyük markası olan Baskonia'nın dikkatini çekmeyi başardı. Srıf bu bile bir oyuncu için oldukça yeterli bir etiket.
Howard Sant-Roos özelliklerine geçecek olursak, en değerli özelliği oyununa faydalı bir şekilde kanalize edebildiği atletizmi. Özellikle yay savunmasında oldukça aktif olan oyuncu, Şampiyonlar Ligi'nde maç başına yalnızca iki faulle 2.5 top çalma ortalaması yakalamış durumda. Sahip olduğu yüksek vertical yeteneği ile yardıma geldiği zaman pota savunmasında da başarılı olan isim bir üst seviyede kolayca savunma tutkalı rolünü üstlenebilir.
İşin hücum kısmında ise Sant-Roos becerikli skorerler sınıfına girmese de asla unutabileceğiniz bir isim değil. Bu sezon tüm kulvarlarda %46 saha içi isabeti bulan isim, yay gerisinden de %37 ile şut atıyor. Şutlarının çoğunu topu yönlendirdiği oyunlarda kullanan bir atlet forvet için azımsanmaması gereken yüzdeler. Bu yüzdelerle maç başına ürettiği skor da kariyerinin en yüksek seviyesi olan 13.2. Ancak Howard Sant-Roos'u "iyi savunmacı atlet forvetler" sınıfında özel bir yere koyan yeteneği asistler. Sahip olduğu ortalama üstü ball-handlingi ile yönlendirici rolde rahatlıkla oynayabilen isim, CEZ gibi bir takımda maç başına 3 asist yapmayı başarıyor. Asistlerini çoğunu yaparken penetresini savunmak için kapanan savunmaları dışarıdaki şutörleri bularak cezalandıran oyuncunun standartın üstünde saha görüşüne sahip olduğunu da eklemek gerekiyor.
Sant-Roos oyunun diğer kısımlarında da etkin olmayı başaran bir oyuncu. Maç başına 1'i hücum re-bound'u olmak üzere 6 re-bound ortalamayla oynayan isim, re-boundunu aldığı toplarla da yarı sahayı tempolu geçme özelliğine sahip. Bu mental erişkinliğe sahip olması, onun gibi patlayıcı özelliklere sahip bir oyuncu için oldukça kıymetli. Topsuz oyunda etkili olabilecek tüm parçalara sahip olmasına karşın takımının düşük kalitesi sebebiyle o yetenek özellikleri henüz aktif olmayan ismin kariyerinden bir üst kademeye geçmek istiyorsa top kayıplarını kontrol etmeyi öğrenmeli. Maç başına 1.5 civarı top kaybı yapan oyuncunun bu yönü oyunun eksilerinden biri. Sant-Roos'un göze çarpan bir eksisi de atlet fiziğinin yeterince kalın olmaması. Bir üst seviyede onu bekleyen bir tehlike de bu fiziği yüzünde oyununda önemli bir yer kaplayan penetrelerinin duvara çarpması olacaktır.
Howard Sant-Roos takımında kalite isteyen koçlar için kapısı ilk çalınacak isimlerden biri değil ancak CEZ'de geçirdiği bu sezonla bir üst seviyeye çıkmaya hazır. Atlet, savunma odaklı ve patlayıcı planlarda Galatasaray seviyesi takımlar için Sant-Roos ucuz, risksiz bir transfer hamlesi olacaktır.
*25 Şubat gece 2 suları,.. Devam
Maximilian Kleber:
25 yaşındaki Bayern Münich oyuncusu. Alman 4 numara. Ve bu tanımları yapınca aklınıza hemen oto boka ve daha çok soft skorerlere yapılan Dirk Nowitzki benzetmesi gelmiştir. Tabii bu Maxi'ye de yapıldı ancak stil olarak uzak oyuncular olduklarını söylemekte fayda var. 2 sezon önce Obradorio'da çok etkileyici bir sezon geçirmişti, geçen senesi ise yerinde saymakla geçti. Ancak bu sezon değişen Bayern'le birlikte Maxi Kleber'de de gözle görülen bir gelişim var.
Maxi Kleber'i anlatacak olursak; ilk övmemiz gereken noktası takımda bir gedik yaratmayan bir oyuncu olması. Bunu her anlamda bahsediyorum. Şimdi malumunuz Avrupa basketbolundaki 4 numara pazarı o kadar daraldı o kadar daraldı ki bazı şeylerden vazgeçmeden, düzeninizi 4 numaranıza göre rötuşlamadan onlardan verim almanız mümkün olmuyor. Örnekle anlatmak gerekirse; Fenerbahçe'nin 4 rotasyonunun işler parçalarından biri 5 biri 3 numara, CSKA'da Khryapa hala ciddi fark yaratıyor, sırf topu içine arada sırada atabiliyor diye Quincy Miller milyon kontrat alıyor falan. Tabii anlatmak istediğim sistemi içinde 4 numara tanımını değiştirebilen ya da 4 numarasını korumasını bilenin başarılı olup bilmeyenin başarısız olmasıydı. Neyse, canım eserse başka bir yazıda 4 numara sorunsallarını işlerim. Maxi Kleber'de bu yok.
Açmak gerekirse; Maxi Kleber, 4 numara için bir re-bounder sayılır. Obradoiro senesinde, aldığı süreler içinde sahada oluşan tüm re-boundların %17'sini alıyordu. Karşılaştırmak gerekirse, bu orana bu sezon Galatasaray'da Tibor Pleiss haricinde ulaşan x bir basketbolcu yok. Ortalama olarak da İspanya senesinde 6.45'ti, geçen sene düştü ancak bu sene daha az süreyle 6.80'e çekmeyi başardı.
Hücum yönünde, ligin dinamiklerinden gereği, İspanya'da potaya yakın oyununu geliştirmeyi başardı. Hem devrildiği zaman hem de sırtı potaya dönük aldığı zaman oynamasını biliyor. Bu sezon ikililik atışlarda %60'dan daha fazla isabet buldu ve maç başına 2.1 kere çizgiye gitti. Ancak buna karşın savunmayı esnetecek kadar şutu yok değil. Obradorio'da neredeyse şutlarının 3'te 1'ini üçlük atış olarak kullanıyorken isabet oranı %33'tü. Bu sezon bu oranı neredeyse yarı yarıya çekti - ki bunda yazı serimin içinde bahsedeceğim Nick Johnson'ın da payı var- ve isabet oranını %40'a çekti. Eurocup'ta bu oran %43'e çıkıyor ki bu da Austin "ABOOOOV NASIL ŞUTÖR" Daye'in sezon ortalaması ile aynı orana tekabül ediyor. Yani Maxi Kleber kesinlikle hücumunuzu yoracak, rakip savunmanın içeri gömülmesine sebep olacak bir 4 numara değil.
İşin savunma tarafında ise Maxi Kleber fiziğinden ve tipinden beklenmeyecek kadar iyi şekilde potayı kapatıyor. Ayaklarının hızlı olduğunu söyleyemeyiz, e ortalama bir Alman ne kadar atlet olabilirse o kadar atlet ancak bu sezon maç başına 1.1 blok ortalamasıyla oynuyor ve asla rakibine kulvar açan bir blokçu olmadığı konusunda size garanti verebilirim. Yukarıdaki tariften de anlayacağınız üzere Maxi Kleber'in savunmadaki ekmeği pozisyon bilgisi ancak oyuna olan sadakatinin de savunmada ona yardımcı olduğunu söylemek gerek. Asla ters eşleşmeleri savunmaktan vazgeçmez, gitmenin doğru olduğuna emin olduğu zaman arkadaşlarına yardım savunmalarına agresifçe gider ve etkili de olur.
Tüm bunların üzerine Maxi Kleber asist özelliği de az olmayan bir oyuncu. Court-vision'ı fena olmayan Alman oyuncu, bu sezon maç başına 1.5 asist ortalamasıyla oynuyor. Top kaybı ise 1.2. Ancak FETÖ'nün California sözde imamı Austin Daye, elinde olduğu o yeteneklere rağmen 0.8 asist ortalamasıyla oynuyor ve 1 top kaybı yapıyor. Anca her aldığını potaya atsın zaten lale.
Maxi Kleber hakkında laflarımı toparlarken onun hakkında tek çekincemin doğal bir yetenek olmaması olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak bu sene acı şekilde deneyimledik ki takıma doğal yetenek depolamak çok da mantıklı bir şey değil. Hatta sadece biz de yaşamıyoruz bunu, aynı yolu izleyen Maccabi ve Milano da bizimle beraber ligin dibine çakılmış durumda. Son olarak diyeceğim, Nicolo Melli'nin oldukça olası ayrılığını düşünürken Maxi Kleber, Trinchieri'nin iştahını bolca cezbediyordur. Eğer seneye de "yaa bu Trinchieri de ne topçu buluyor?" demek istemiyorsanız sesime lütfen kulak verin :/
Darko Planinic:
26 yaşındaki Gran Canaria oyuncusu, Hırvat pivot. Yukarılara oynamak isteyen orta seviye bir takımsınız, back-up pivot arıyorsunuz elinizde de 400-500 bin dolar civarı bir para var. Siz sormadan ben söylüyorum, aradığınız adam Darko Planinic. 26 yaşına rağmen Euroleague seviyesinde Baskonia ve Maccabi gibi kült takımlarda oynadı. Bir kere Final Four gördü. Kendisi hakkında çok özene bezene anlatılacak şeyler yok. Zira bir pivotun maç başına rakip pivotu boyalı alanda kaç dayaklık dövdüğünün istatistiği tutulmuyor. Ama umarım havada kalmayacak şekilde Darko'yu da anlatabilirim.
Eğer Big Darko'yu konuşacaksınız lafa tabii ki savunmasıyla başlayacaksınız. Baştan spoiler veriyorum: Asla blok yapmaz. Bu sezon oynadığı 17 maçta henüz siftahı bile yok. Ancak onun savunma stili yukarı belirttiğim gibi dayak üzerine. Ona karşı kesinlikle post-up oynamak istemezsiniz. Kalındır, doğru pozisyonu alamazsınız. Güçlüdür, her itme denemenizde potadan uzaklaşırsınız. Uzundur ve sürekli temas yaratır, hook bitiremezsiniz. Pozisyon bittiğinde sahip olacağınız fiziksel yıpranmayı saymıyorum. Pick&roll savunmasında da hem nerede durmasını bilmesiyle hem de boyuna göre çabuk ayaklarıyla seni yakalar, temas yaratır ve şutunu bozar.
Planinic'in hücum tarafı ise gösterişli değil ancak kesinlikle işlevli ve yönlü. Yüksek rol aldığı Buducnost-Cibona gibi takımlarda gücü ve kalbını post-up oyunlarıyla kullanan Darko Planinic bu iki senede %69 ve %67 saha içi isabet oranlarıyla oynadı. Geçen sene yada Maccabi senesindeki gibi rol oyuncusu olarak oynayan takımlarda da pick&roll yetenekleriyle kendine hücumda az da olsa bir hacim yaratabiliyordu. Bu iki senedeki saha içi isabet oranları da sırasıyla %55 ve %60. Sırasıyla kullandığı top adedinin de 2.1 ve 2.5 olduğunu belirteyim. Bunların yanında Darko Planinic pota kınlarında gördüğünüzde hemen faul yapabileceğiniz bir oyuncu değil. Son iki sezonda %69 ve %73'le serbest atış atıyor.
Oyununun diğer taraflarında da gösterişli bir oyuncu değil Darko Planinic. Huy olarak hücum re-bound'u asla zorlamaz, o zamanını savunmada pozisyon alarak harcamayı tercih eder. Sahada olduğu
zaman savunma re-boundlarının %17'sine yakınını alır ki bu aynı zamanda neredeyse he
r pozisyonda rakibine temas yaratan arka alan savunucusu için inanılmaz bir rakam. Asist özelliği düşüktür ki bence oyununun en büyük eksiği bu.
Darko Planinic'i illa benzetmemi isterseniz, fiziğiyle fark yaratan-asist özelliği olmayan bir Euro-Zaza Pachulia diyebilirim. Çok sağlıklı olmasa da aklınızda bir şeyler oluşması için yardımcı olabilir. Eğer Galatasaray seneye ihtimali olursa, Darko Planinic'i yazın erken dönemlerinde ucuza kapatmalı. Furkan Aldemir gittiğinden beri yedek pivottan gelecek istikrarlı katkı konusunda oldukça eksiğiz. İlk pivot olarak yine bir şekilde zaaflı oyuncu tericihlerinde bulunacaksak onun arkasına Darko'yu koymak takımın potansiyelini yukarı çıkartacaktır. Özet olarak; Darko Planinic, oyununu kağıda yansımayan şeyler üzerine inşa eden, çok faydalı bir oyuncu. Bu tanımdaki basketbolcular da o "beklentiyi aşan" takımların olmazsa olmazlarıdır. Oyunuzu tutkallarlar. Tutkalsız bir takımın ne hale düştüğünü de her hafta iki kez acı şekilde izlemek zorunda kalıyoruz.
*27 Şubat, Oscar öncesinde Oscar timeline'nına dahil olamıyorum ve yapısal olarak parçalanıyorum...
Scott Bamforth:
27 yaşındaki Bilbao Basket oyuncusu. Amerikalı/Kosovalı combo guard. Kendisi için sezon ortasında Ergin Ataman'dan whatsapp'tan blok yemeyi göze aldığım, Fitipaldo'nun geldiği dönemde bize gelmesini çokça dilediğim isim. Jinxlememek için pek adını telaffuz etmemiştim ancak yine de gelmedi :/ Bu sezonun ortasında Euroleague seviyede oynayan Galatasaray'a gelmesi onun adına kariyerinde hiç yapmadığı kariyer sıçramasını yapması anlamına gelecekti ancak seneye biz onların seviyesine iniyoruz ve bu da kendisine dilenmemin önündeki bütün engelleri kaldırıyor.
Scott Bamforth, her şeyden önce çok yönlü bir basketbolcu ve kariyer planlamasını kim yaptıysa çok kötü yapıyor. Neyse tek tek özelliklerine eğilmeye başlayalım: Scott Bamforth'ın hücumu, onun oyununu tanımladığı nokta olmasa da kesinlikle ilk övülmesi gereken noktası. Bir kısa skorerden ne istiyorsanız heybesinde taşıyor. Mükemmel stili, özgüvenli şut tercihleriyle ortalama üzeri bir şutör. (Bu sezon %37 ile oynuyor, geçen sene Cajasol'de %44.5'la oynamıştı.) Hızlı ayakları ve güçlü üst yapısıyla içeriye girişlerde etkili ve dengeli bitirebilen bir isim. Tüm bunların üstüne de bu sezon sadece ikinci yarısında 22 sayı attığı Barcelona maçında gösterdiği üzerine patlayıcı ve ısındığında savunulması zor bir isim. İşin en güzeli de tüm bunların üzerine asist/turnover oranı bu stilde bir oyuncu için hiç de fena değil. (3/1.8)
İşte Scott Bamforth'ın kariyer planlamasını eleştirmeye başlayacağım nokta tam olarak burası. İspanya Ligi, oyuncular için çok önemli bir vitrin ve çokça Euroleague ve başarılı Eurocup takımlarını barındıran bu ligde yukarıya adım atmak diğer Avrupa liglerinden çok daha kolay ancak Scott Bamforth'ın oyun stili o kadar bu lige zıt ki 27 yaşında hala Euroleague görmemesinin en önemli sebeplerinden. Eğer bu patlayıcılıkla 4 yılını İspanya Ligi yerine Fransa ya da İtalya Ligi'nde geçirseydi en azından bir sene takımını lig finale taşır, muhtemelen bir sene lig MVP'si olur ve hemen Euroleague'e biletini alırdı. Ancak İspanya Ligi onun özellikle delicilik özelliklerini bolca törpüledi ki bu sene üç numarada Mumbru'yu kullanan bir takımda o kulvarları bulmakta iyice zorlanıyor. Bu arada merak edenler için yazayım. İtalya Ligi'nin son 4 seneki MVPleri sırasıyla; Luigi Datome, Drake Diener, Tony Mitchell ve James Nunnally.
Bamforth'ın oyununun diğer yönlerine dönecek olursak, güçlü üst yapı ve çabuk ayaklarına rağmen belalı bir savunmacı sayılmaz ama kolay eksiltemezsiniz. -Ancak pasör kısaların tercih edildiği İspanya Ligi'nde bu özelliği de çok önemli olmuyor ¯\(ツ)/¯- Yine ligin yaktığı bir başka özelliği de re-bounding'i. Kolej kariyerinde sürekli 4'e yakın re-bound ortalamaları yakalayan Bamforth, İspanya Ligi'ne de 4.3 ortalamayla giriş yapmasına karşı bu özelliği ister istemez törpülendi ve bu sene 3.2 seviyesine kadar geriledi. Ancak re-bound'u aldığı zaman hemen ortaya giriyor ve içgüdüsel olarak potaya gidiyor.
Scott Bamforth, hala sahip olduğu çok değerli özellikleriyle bir üst seviyeye çıkmayı bekliyor. Önümüzdeki sezonu 28 yaşında geçirecek oyuncu, en verimli basketbolunu bir sonraki takımında gösterebilir. Tempo odaklı takımlarda 1, yarı saha takımlarında yanında pass-first bir kısayla skorer ya da bench lideri rollerini kolaylıkla üstlenebilir. Bence oluşursa kesinlikle denenmesi gereken bir fırsat Bamforth.
Jonah Bolden:
21 yaşındaki FMP oyuncusu. Avustralyalı forvet. Kendisi hakkındaki sözlerime başlamadan önce laf Bolden'dan açılmışken bu yazı aracılığıyla Engin'e bir selam göndermek istiyorum. Kızılyıldız'ın pilot takımı FMP Belgrad bu sezon gündeme, çok potansiyelli bir kolej oyuncusuyken marfan sendromuna yakalanan Isaiah Austin'in oyuna olan tutkusu ve onun filmlik hikayesiyle geldi ancak o takımın içinde yıldızını parlatan bir isim daha var. Avustralyalı Jonah Bolden. Bu potansiyelli gencin yaşlı kıtamızda geçireceği çok sezon yok ancak arkasında bırakacağı iz tahmin ettiğimizden çok daha fazla olabilir.
Jonah Bolden'ı uzunca anlatmadan önce kısaca bir özet geçelim. Elinizde 2.08 boyunda, uzun kollu, fena da atlet olmayan bir oyuncu var. Bu oyuncu gerçekten iyi bir şutör. Orta mesafede çok iyi, yayın gerisinden de her geçen gün kendini geliştiriyor. Dip çizgiden topla potaya gidebiliyor, orta mesafede dribling üzerinden şut atabiliyor ve topu yere vurarak dibine giren savunmacıları eksiltebiliyor. Savunmada da yavaş ayaklı sayılmaz ve pozisyonuna göre iyi bir pota koruyucusu. Ve 1996 doğumlu. Kulağa kesinlikle yatırım yapmaya değer geliyor değil mi? İşte Bolden böyle bir oyuncu.
İşin hücum tarafında Jonah Bolden oldukça keskin bir skorer. UCLA'de oynadığı dönemde Erwin Dudley gibi orta mesafede keskin bir oyuncuydu ancak yayın gerisinden bir o kadar da isabetsizdi. Bu sene Sırbistan'da FMP forması altında bu yönünü oldukça geliştirdi. Deneme sayılarını 1.2'den
4 seviyesine çeken Avustralyalı uzun, isabet oranını da %25'ten %39'a yükseltmeyi başardı. Şut konusunda kendini en rahat hissettiği nokta sol dip olsa da forvetten de fena bir bitirici değil ve orta mesafenin her yerinden potayı görmek konusunda zorlanmıyor. Az önce yukarıda da belirttiğim gibi skorlarını topa yere vurarak da üretebiliyor. Zaten iyi şutör olan oyuncunun, onun şutuna karşı önlem alan savunmalar için de bir panzehiri olması ve bunu da henüz 21 yaşındayken geliştirmiş olması gerçekten etkileyici.
İşin savunma tarafında en önemli malzemeleri uzun kolları ve oyuna olan sadakati. Maç başına yakaladığı 1 blok ortalamasıyla pozisyonu için iyi bir rim-protector olan oyuncu, uzun kolları ile bloklayamadığı pozisyonları bozabiliyor ve içeri girmeye çalışan rakip kısalar için mental bir duvar örüyor. Re-bound konusunda da uzun kolları ve oyunun içinde kalmasıyla aktif olmayı başaran isim özellikle hücum re-boundlarında oldukça etkili. Maç başına 27 dakika süre almasına karşılık 2.7 hücum re-bound'u ortalaması yakalayan oyuncunun toplam re-bound ortalaması ise 7.3. Yakaladığı %21'lik savunma re-bound'u oranı da ne kadar etkileyici bir re-bounder olduğuna ayrı bir kanıt.
Jonah Bolden konusunda son değinmek istediğim konu da mental yönü ekseninde. Öncelikle "neden bu kadar potansiyelli bir adam Kızılyıldız'ın pilot takımında oynuyor?" sorusunun bir cevabı var. O da UCLA'deki koçuyla pozisyonu konusunda anlaşamaması. UCLA gibi kült bir okulu sırf farklı bir pozisyonda oynamak için bırakıp Sırbistan'da ismini Avrupa basketboluna meraklı insanların bile az bildiği bir takıma imza atması onun kişiliği hakkında büyük bir soru işareti. Bu soru işareti de scoutingde oyuncuların mental yönlerine oldukça dikkat eden NBA takımları için kendisi hakkında ister istemez bir önyargı yaratacaktır. Bu yüzden NBA'e gitmek istiyorsa burada gerçekten kendini ve gelişimini kanıtlamış olması gerekecek ki bu da bir Avrupa takımının Jonah Bolden'a yapacağı yatırımın vadesini biraz arttırıyor. Ancak Avrupa'nın üst seviyesine çıktığı zaman da kupa hedefinde devam eden takımında durup durup "beni 3 oynat koç" diyip olumsuz cevap alınca çantasını toplayıp D-League'e gitmeyeceğinin garantisi şimdilik yok.
Jonah Bolden, NBA çapında bir yetenek ve kariyerinin bir döneminde yolunun oradan geçeceği bir sakatlık olmazsa garanti gibi. Böyle yetenekler genç yıllarında çok uzun süreler burada kalmıyor. Porzingis'i, Jokic'i, Hernangomezler'i çok izleyemedik. Zizic ve Doncic'i Euroleague'de izliyor olduğumuz için şanslıyız. Avrupa basketbolu genç yeteneklerini bile elinde tutamıyorken Jonah Bolden'ın yolunun buraya düşmesi kıtamız için bir şans ve bu kıtanın kurt geliştirici koçlarıyla birlikte gerçekten etkileyici bir oyuncuya dönüşebilir. Eğer Galatasaray seneye takımın başına yetiştirici etiketli bir koç getirmeyi tercih ederse, ne pahasına olursa olsun Bolden'ı takıma katmayı denemeli. Zarar edemeyeceğimiz bir anlaşma olacaktır.
Sonra Gs coştu Jayson Granger gsde.
YanıtlaSilMrb, Austin Daye fanclubdan geliyorum, bu yazıda nefret suçu işlenmiş. Şikayetciyiz.
YanıtlaSilyallah arabistan'a lütfen
Silbomboş yazı bomboş
YanıtlaSilEh
YanıtlaSil