7 Temmuz 2023 Cuma

Sen Marcus... Ben

Hayatı anlamaya dair her zaman karşı konulamaz bir ilgi duydum. Kendimi bildim bileli bir şeye baktığım zaman onun arkasını görmek istedim. Bu yüzden küçükken çok okurdum. Ama lisede basketbolla ve aşkla tanıştıktan sonra kitap okumaya küstüm. Parkede ve hayatta ne olduğunu anlamaya çalışmak bana, mesela, kelebeklerin neden kısa yaşadığını anlamaya çalışmaktan daha büyük tatmin veriyordu. 

Parkede olanlar çok tekniktir. Yeterince gözünü eğittiğinde oyuncular silinir, yerine çizgiler gelir. O dik çizgilerle çizilen resimler o kadar güzeldir ki iyi fikirlerle oynanan bir basketbol maçını izlemek uykunu kaçırır. Bana hala öyle oluyor. Ancak 15 yaşında bu kendinizi sihirbaz gibi, çok özel biriymiş gibi hissettiriyordu. 

Sırf lise hayatımda kendi varlığımı anlamlı kılabilmek için binlerce maç izledim. 

Hayat daha farklıydı ama... Her şeyden önce basketbol yazmaya başlamama sebep olan şey aşkımdı. Kendi içimde, kendime içkin olarak gördüğüm bir şeyi dışarı çıkmaya zorlayan güç beni şoka uğrattı. Aşk, etrafında dönen hayat ve onu yaratan insanlar basketboldan çok farklıydı. Bir noktadan diğer noktaya bir amaç uğruna giden dik çizgiler yoktu. Noktalar, çizgiler ve amaçlar bir arada olmak zorunda değildi.

Eğer bir kibrim varsa, buna dairdir. Görmeye ve anlamaya dair tutkum bana çoğu zaman yeterince dikkat edersem her şeyi anlayabilirmişim hissi verir. Ancak aynı zamanda hiçbir şeyi tamamen anlayamayacak olmamın sorumluluğunu da üzerime yükler. Beni uzaktan kendinden güvenli ve emin, yakından korkak ve kararsız görmenizin sebebi de odur aslında: Hayatın, basketbol gibi olmaması.

Hayatı hiç anlamıyorum. Ama anlamaya çalışmaktan vazgeçemedim. O yüzden benle konuşmayı tercih eden şanssız insanları çok dinler, onlarla da kendi hayatımı çok konuşurum. Hala insanlar onları neden bu kadar dinlediğimi merak ederler: Bana sizi anlama şansı verdiğiniz için.

Herkesin hayatı gibi benimki de bu anlam sınıflarından oluşan katmanlara sahip. Ama hepimizin o katmanlar arasında kendine yol açan solucan deliklerimiz var. O solucan deliğini yaratabilenler aynı uzaydaki solucan deliklerini oluşturan karadelik gibi bir ağırlık oluşturuyor duygu dünyamızda. Ama bence uzaydakinin aksine önce boşluk oluşuyor, sonra ağırlık yerini alıyor. Ben de hayatımdaki bu boşluğa çok fazla ağırlık sıkıştırdım; Annem gibi, hayran olduğum kadınlar gibi, Marcus gibi...

Marcus, sahada bana her zaman hayatta olması gereken bir bütünün clipboarddaki çizgilere yansıması gibi geldi. Asla çok yetenekli değildi, LeBron James gibi basketbol sahasının kaderine hükmeden insanlardan biri olmayacaktı. Zaten onlardan hep nefret ettik. Ancak kazanamıyorsan direnmen lazımdı. Hayatta kötü gidecek bir süreci engellemenin ilk adımı perdeye yenilmemekti. Marcus, hiçbir perdeye yenilmedi. 

Bazen fazla şut kullandı ama sizi temin ederim çoğunda hücum zaten tıkanmıştı. Evet, belki, o var diye hücum tıkanıyordu ama tıkanan setin, kaçan şutun sorumluluğundan hiçbir zaman kaçmadı. 2018 Lakers deplasmanı son topunda Rozier'a çıkarmadığı top hariç Marcus'un gereksiz yere kendi hanesine şut aldığını hatırlamıyorum. E ama zaten, hayatında bir top için bencillik yapacaksan; o da Celtics formasıyla Lakers deplasmanındaki son top olmalı.

Kazanmaktan geçen yolun sahaya en fazlasını bırakmak olduğunu düşünüyordu ama kaybetmekle sorunu olan bir insan gibi gelmedi. "Her zaman bir sonraki sene vardır" sözünü her mağlubiyette ilk o söylüyordu. Belki de bubble'da Jaylen Brown'ın kafasına sandalye fırlattığında onu sinirlendiren şey kaybetmek değildi. Annesini kaybettiğinde yanına gelen tek arkadaşının kendini sahada küçük duruma düşürmesini kabul edemiyordu. Jaylen o an ondan nefret etti belki ama o iyi bir kaybedendi, asla değişmedi.

Sahaya her zaman fazlasını verdi. Atladı, zıpladı, bunun laf olsun diye değil kazanmak için yaptı. Her zaman fazlasını verdi ama vermesi gerekenden fazlasını. Boston Celtics, geçtiğimiz iki playoff macerasında nedense Marcus'la kazandı ve Marcus'la kaybetti. Clutch USG%'da takımın hep ilk ikisindeydi. Rakipler onu buna zorladı, Marcus da sorumluluktan kaçmadı. Sorumluluktan kaçmadığı için ben o şutları hep sevdim. 

Ama başkaları yerine şampiyon olamazsın. Arkadaşlarını zor durumda bıraktılar diye insanlara onlar yerine kızamazsın, tavır alamazsın. Onların kaybedeceklerini onlar yerine fark edip engelleyemezsin. Onlar yerine şampiyon olup Finals MVP ödülünü elden teslim edemezsin. Hayır, Marcus. Biz sahanın kaderine hükmeden insanlardan değiliz. Zaten onlardan hep nefret ettik. 

Annesinin ondan son istediği şeylerden biri "yeşiller" içinde kalmasıydı. Olduğu yeri seviyordu. Annesi bunu demişse, yani Marcus bir yeri sevmişse, mutluydu; aslında onun için endişelenmenin de gereği yoktu. "Sevdiklerinle beraber kal oğlum" güzel bir temenni ama zor bir görevdir. Ben sevdiklerimle beraber olmayı hep sevdim ama onlarla beraber kalmayı asla başaramadım. Bazen korktuğumdan, bazen sıçtığımdan... Marcus da annesinin aynı bu temennisini gerçekleştiremeyenlerden oldu.

Marcus'un gitmesi gerekiyordu. Gitmemesi gerekiyor olsa, gitmezdi. Okuduğum kadarıyla bunu hala o da kabul edemedi. Ama ben Marcus'un hayatımın neresinden basketbol sahasına doğru bir solucan deliği açtığına bakarak artık Marcus'un gitmesi gerektiğini kabul ettim. Benim de bir yerlerden gitmem gerekiyordu, gitmek istemiyordum ama benim de gitmemi engelleyecek bir gücüm yoktu ve ben de gittim.

Sen Marcus...

"Çok tutkulu birisin." "Bana kendimi -dünyanın en anlamlı spor hikayesini bekliyor-muş gibi hissettirdin." "Seni tanımak isteyen herkesi çok mutlu edeceksin." "Ama artık başkalarının yanında kendi hayatına sahip çıkman gerekiyor."

Ben...

Ben de artık "Porzingis onların hayatında benim çözemediğim alan savunması problemlerini mi çözecek?", "Yoksa drop yapan uzunlar, benim her şeyi sahaya koymamdan daha mı faydalı oluyorlar?" "Ben gittim diye aldıkları pickler onların gelecekleri için doğru karar mıydı?" diye düşünmeyi bıraktım. 

Çünkü... Sen gittin diye biliyorum; konu benim kaplamamam gereken alandı. Konu kaybeden olmaktı, ama iyi bir kaybeden.

Konu gelen değil gidendi ve gittim, gittin.

Bunu Maslak yokuşunu inerken fark ettim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder