Hiç unutmam, sezon öncesi toplandığımızda Euroleague'de playoff hesabı yapıyorduk. 13-14 galibiyetin yeteceği öngörüsüyle fikstürün son maçı olan Brose maçı için "Atletini yırta yırta yeneriz." demiştik. Nitekim yendik de, ama bir işe yaramadı.
Niye böyle olduk?
Şimdi burada "Seni Sevmediğim Yalan" eşliğinde konuşmak istiyorum. Arroyo "💓" sonrası Ergin Ataman "ulan napıcaz" falan derken Errick McCollum ile yepyeni bir sistem oluşturmak zorunda kaldı, bu sisteme adapte olmak da aslında oldukça sancılı oldu. Ama elde ettiği neticenin ardından bu sistemi benimsedi, kafasına yatırdı, içine sindirdi ve yaklaşmakta olan Euroleague sezonu için de "neden olmasın?" diyerek aynı minvalde bir oyun sistemi üzerinde çalışmalara başladı demek isterdim ancak milli takımın Olimpiyat elemelerine katılması sebebiyle bunun üzerine kafa yorduğunu hiç sanmıyorum. Errick'in kalmasını istedi, klasik Ergin Ataman hareketidir bu, bildiği oyuncuyu tutmak istedi, pahalı geldi. Ama Errick-Schilb-Micov ile oluşturduğu sistemi, forvetlerden oyun kuran Galatasaray Odeabank'ı korumak adına Schilb-Micov kaldı ancak Errick'in yerine daha ucuz ve mümkünse Errick'ten daha potansiyelli bir topçu alıp, o topçuyu sisteme adapte etmek üzere hareket etmek zorunda kaldı. Şimdi adaylarımız Darius Adams, Mike James ve Russ Smith. Bu üçlüden öyle ya da böyle, en ham olan Russ ile anlaştık. Adamın Avrupa'daki basketbola dair en ufak fikri yok, haliyle biraz işlemek gerekiyor. Ataman'ın aklı Errick'te tabi, Russ'ı da öyle partlatırım diye düşündü herhalde. Ancak işler öyle yürümedi. Russ hem fiziksel dezavantajı, hem de Avrupa tecrübesizliğiyle adeta bir kara deliğe dönüştü, bu da olaya dümdüz bakan Ataman'ı çileden çıkardı. Neticede 'MVP potansiyelli' diye lanse ettiği adamı itin g.tüne sokmaya başladı. Ha bu arada, henüz Justin Dentmon skandalına geçmedim. Hazır yeri gelmişken ona da gireyim. Şimdi Ataman'ın azılı bir yetenek sevici olduğunu biliyoruz artık. Russ-Diebler-Tyus falan derken takıma yetenek de katmalıyım, biraz da şut tehdidi olsun, azcık da ball-handler olsun falan derken gitti Justin Dentmon'ı getirdi.
Justin Dentmon denen şaklaban kariyerinin tamamını manasız üçlükler atarak ve bunları sokarak geçirmiş. Zalgiris'te yaptığı iki-üç pick and roll hücumunun videosunu izleyip "ben bu adamı p&r ball-handler olarak kullanabilirim, üç sayı tehdidi de var, oh mis" dediyseniz, aşağı yukarı Ataman'la aynı şeyi düşünmüşsünüz tebrikler. Russ'ta olduğu gibi Dentmon'da da Ataman'ın referans noktası Errick'in gösterdiği değişim ve gelişimdi. Ancak bu oyuncular bambaşka karakterler ve kariyerini "ben ne koşucam, kaldırıp atarım şuradan" düşüncesinin üzerine inşa eden bir oyuncuyu topa baskı yapan, takımı oynatmaya yönelik oynayan birine dönüştürmek imkansızdı. Bu Russ Smith transferinden bile daha riskli bir transferdi. Nitekim Dentmon da Ataman'la sürtüşmeler yaşadı.
Şimdi diğer parçalara bakalım. Kağıt üzerinde Sinan geçene sene Errick ile yaptığını bu sene Russ ve Dentmon ile yapacak derken bu ikilinin aforoz edilmesiyle direksiyonun başına geçti ve Galatasaray Odeabank'a dair umutlar ters yöne kürek çekmeye başladı. Sinan 30 yaşından sonra oyun kurucuya evrildi, evrilmek zorunda bırakıldı, aslında belli bir seviye için de gayet iş yapar seviyede bir oyun kurucu oldu ancak enerjisini yarı sahaya top getirmek ve manasız katlarla harcadığı için, enerjinin yetmediği yerde performansı ciddi şekilde düşüşe uğrar oldu. Sinan için geçen sezonla bu sezon performansı arasındaki farkın temel sebebi bu. Sezon başında düşünülen sistem uygulanabilseydi Sinan bu kadar yorulmayacak, kritik yerlerde ciddi hatalar yapmayacaktı muhtemelen. Ama gelinen noktada kimse Sinan'ı bir sezon daha bu forma altında görmek istemiyor.
Haa Schilb peki? Schilb'in 15-16 sezonunda verdiği katkıyı kimse inkar edemez ancak Eurocup'ta iken bile bazen fiziksel yetersizliğini hissettiğimiz, mental problemleri olduğunu düşündüğümüz bir oyuncuydu. Tabi yaşadığı üzücü olayın da etkisini göz ardı etmeyelim ama zaten zihnen çok sağlıklı olmayan bir oyuncuyu, inişli çıkışlı grafiğine rağmen Euroleague sezonunda kadroya yazmak ciddi bir kumardı ve tutmadı. Schilb ile ilgili yürütülen tahminlerin büyük çoğunluğu tuttu, sezon boyu istikrarsız bir performans sergiledi, bir dönem kadro dışı kaldı, hatta playoff çeyrek finalinin 3. maçında da kesik yedi. Ataman tanıdığı, sahadaki duruşunu sevdiği bir oyuncuda daha ısrarcı oldu ve bu kez tutmadı. Tutmayacağı da belliydi de, hadi neyse. Savunmada kara delikten farksız bir oyuncuyla Euroleague sezonuna başlıyorsan -ki bu noktada Schilb'in rotasyonu genişletmek için değil ciddi süreler verilmek üzere tutulduğunu düşündüğümü belirtmem gerek- ya oyuncuyu yeni bir role büründürmen gerekir, ya da takımını oyuncunun defolarını kapatacak şekilde organize etmen gerekir. Bu ikisini de yapmayınca biz üzülüyoruz :( Şunu da belirtelim, yine de epik performanslar sergiledi ancak vaat ettiği şey devamlılık değil potansiyel bir epik performans olduğu için olmadı, olamadı. PIR olarak baktığımızda Schilb takımın en iyilerinden ancak sahada uyuyup adamını kaçıran birinin PIR'i hesaplanırken eksi işlenmiyor. Schilb defterinin artık kapandığını düşünerek kendisine "hayırlı ramazanlar" der, kariyerinden başarılar dilerim.
OLEY OLEY OLEY JON DIEBLER. Aslan parçası, sezon boyunca itin g.tüne sokulmasına rağmen ne zaman süre alsa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı. Sezon başında "Efes'in çöpü Diebler" denilen adam gibi adam belki de takımın en akıllı savunma yapan oyuncusu oldu sezon boyunca. En iyi savunmacı diyemem, çünkü fiziksel dezavantajını göz önünde bulundurduğumuzda bazen ciddi sorunlar yaşadı ancak genel anlamıyla ön alan savunmamızın bel kemiği oldu. Kimi hangi mesafede savunacağını çok iyi bildiğini, katları çok iyi takip ettiğini söylemem lazım. Efes sezonu, geçirdiği ameliyat, gönderilişi, bize gelişi... Bütün bunları göz önünde bulundurarak yorum yapmak gerekiyor. Öncelikle taraftar, daha sonra hocası tarafından "tü kaka" muamelesi gören biri için bahsettiğim savunma performansı ve çizginin gerisinden %53.8'lik isabet oranı Diebler için başarılı bir sezon olduğuna işaret. İyi niyetli, çalışkan bir oyuncu eğer koçu da isterse seviye atlayabilir veya oyununda yenilikler yapabilir. Ataman Sinan'a gösterdiği tahammülün onda birini Diebler için gösterseydi belki bir p&r ball handler olarak da kullanılabilirdi. Sezon içinde yer yer bunu denedi, esasen Karşıyaka kariyerinde azımsanmayacak kadar p&r oynattı. Diebler'ın klasik perde çıkışında şut pozisyonu bulamadığı durumlarda yer yer penetre etmeye çalıştığını gördük, ve bu aslında bir takım için iyi bir hücum opsiyonu olabilir. Çünkü baselineden yaptığı kat esnasında oluşabilecek bir ters eşleşme ya da konsantrasyon bozukluğu boyalı alanda kolay bir sayı için anahtar olabilir. Neyse Diebler kankamdan istenen şey şut atmasıydı, o da bunu yaptı. Adam gibi adam, kal bu sene.
Vladimir Micov, Galatasaray Odeabank Eurocup'ı kazanırken en büyük katkı veren isimlerden biriydi. Oyun stili alışık olduğumuz 3 numaralardan farklıydı, biz de onu 4 numara yaptık ve 2 sezonluk sürecin büyük kısmını 4 kısa oynadık ve Eurocup'ta bunun ekmeğini yedik. Ancak Euroleague için farklı bir şeyler gerekiyordu çünkü Micov'u 4 numaraya çekiş hikayemizin ardında hücum varyasyonlarımızı artırmasının yanı sıra Micov'un savunma zaaflarını da minimize etmeye çalışmamız vardı. Ve Micov Euroleague'de canavar gibi 4 numaraların karşısında ezilip büzüldü :( Tabi bu şaşırtıcı bir durum değildi ancak sezonun genel planı 4 kısa üzerine kurulmuş gibi değildi zaten. Dönem dönem 4 kısa oynayabilecek bir kadroya sahipken 4 kısa oynamak zorunda kalan bir kadroya dönüştü, haliyle Micov da geçtiğimiz sezon alıştığı pozisyonda oynamaya devam etti ancak savunma zaafları iyice gün yüzüne çıktı. Tabi kendisinin deplasman performansını da ayrıca konuşmak gerek.
Forvetlerden oyun kurabilmek bu oyunu ciddi derecede rahatlatan bir özellik ve Eurocup şampiyonu olan takımda Schilb-Micov ile bunu o organizasyon için üst düzeyde yapmıştık. Ancak Euroleague için ekstra çalışmalısınız ve milli takım yönetirken buna çalışamazsınız. FM'de bile yürümüyor kulüp+milli takım menajerliği. Ataman, reis, kırdın bizi.
Kadim dostum Okan Şenol'un en sevdiği basketbolcu, Sonny Weems ile birebir kapışan Hüseyin Göksenin Köksal'ı konuşalım biraz da. Üstadın İpekçi'de Milano'ya attığı step back üçlüğün ardından dudaklarımdan dökülen "yerli LeBron" sözünün hakkını verdi reis. Şaka bir yana ligin en akılsız savunmacısı olmasına rağmen bir caydırıcılığı olduğunu inkar edemeyiz. Reis savunma yaparken bir adım geride kalıp, her perdeye takılmasa çok daha iyi olabilirdi ama bu kadar oluyor yani. Saçma sapan yerlerde attığı üçlükler kadar saçma sapan yerlerde attığı airball'ları da unutmayalım. Ayrıca takımdaki herkesten daha iyi p&r ball-handler olduğunu da belirtelim, eğer rakibini koca g.tünün arkasına atabilirse yüksek ihtimalle sayıyla dönüyoruz o hücumdan. Gelecek sezon Galatasaray Odeabank kaptanlığına yükseleceğini düşünerek kendisine saygı duyuyor, oyununu geliştirmesini diliyorum. Nasıl geliştirebilir diye bir düşünceye gerek yok, çünkü hemen her anlamda eksik birinin kendisini geliştirmesi çok da zor değildir herhalde.
Can Korkmaz. Bu kadar yeteneğe yazık değil mi üstad? Sahadaki duruşun "açılın ben oyun kurucuyum" diyor. Senin yeteneğine sahip herhangi biri Fitipaldo'yu getirtmezdi bu takıma. Ayıp ediyorsun, seneye de kal ama. Emir kankan da kalırsa beraber içersiniz.
Emir demişken, sezon başı transfer haberini duyunca sövmüştüm. Ama az bile sövmüşüm. Hakikaten Bodiroga olacakken Emir Preldzic oldu adam. İyi katkı verdiği münferit maçlar varken sakatlandı. "Bir iki maç çözer" diyen Kubilay Gökkaya kankam haklı çıktı ama kariyerinin muhtemelen son büyük transferini yapan bir oyuncunun, üzerinde bir baskı da yokken daha fazlasını yapmasını beklemek çok da mantıksız değildi benim için. Önümüzdeki sene ne olur ne biter bilmiyorum ama tahminim şudur: Ataman kalıyor, Emir de kalıyor.
Bruno Fitipaldo'nun gelişi, tabiri caizse ağızlara bir parmak bal çalması ve akabinde yerle bir olması. Hepsi 1-2 hafta içinde oldu. Şutörden bozma oyun kurucu, hem de İtalya'dan. Geldi, bir iki p&r oynadı. "Aaa" dedik hep biraz ağızdan, "p&r oynayan kısamız var" dedik. Ama yine de fiziksel dezavantajı kafaları karıştırdı tabi, "1.84 boyu ve ince vücuduyla nasıl savunma yapacak, dripling yaparken topu nasıl koruyacak?" falan derken hiçbirini yapamadı adam. Gelmeden önce methiyeler düzülüyorken Google'a ismini yazdığımda karşıma çıkan bir fotoğrafla yorumumu yapmıştım. Yine de insan iyi düşünmek istiyor, "ya olur öyle arada" diyor ama yok yani. "İyi ceza kesiyor" dedikten sonra onu da yapamamaya başladı ve Ataman'ın dipsiz kuyusunda kendini buldu. Bruno Fitipaldo öldü.
MC KARDEŞİM. Sadece CJ'i buraya getirmesi bile yeter. Eurocup'ın kahramanlarından biri olarak paragöz tavırlarıyla takımdan ayrılmasının ardından Çin Ligi'nin bitmesini fırsat bilip "3 ay da 3 aydır, biraz daha para kazanayım" dedi ve döndü. Giden Errick ile dönen Errick arasındaki temel fark birebir oynama merakıydı. Adamı burada 1 senede zor düzelttik, gitti 6 ayda bozuldu, tekrar alıp düzeltelim dedik ama zamanımız yetmedi. Önümüzdeki sezon Eurocup'tayız, Errick'ten iyi guard bulamayız, oyununu az çok adapte de edebiliyoruz, maliyeti de uygun olursa kalmasından yana tavır sergileyebilirim. O eski keskinliği yok, şutu bozulmuş, fazla trash-talk yapıyor ama bir tam sezonda bildiğimiz Errick gibi oynayabilirmiş gibi geldi bana. NETİCEDE DENTMON GİBİ HAYSİYET YOKSUNU DEĞİL.
Austin Daye ile ilgili ne desem olmayacak. Bileğine hayranlık duyarken bu kadar yumuşak kalmasına sövmekle meşguldüm bütün sezon. Yukarıdaki istatistiğe bakarsak Galatasaray Odeabank ligin en az ribaund alan 3 takımından biri. Maç başına alınan 31.87 ribaundun sadece 3'ünü Daye almış. Tamam İtalya'dan geldin anladık. Ama bu kadarı da biraz şov yani. Erceg kankam da dışarıya açılıp şut atardı ama adamın 4.3 ribaund ortalaması vardı. Daye topu eline alabildiği sürece var olabilen bir oyuncu, Euroleague organizasyonunda Galatasaray Odeabank ayarında bir takımın başarıya ulaşması için bu tarz oyuncuları da organizasyonun bir parçası yapması gerekirdi. Sezonun ilerleyen bölümlerinde Daye'i, Erceg gibi kullanmaya başladık zaten. Galatasaray basketbolunda yumuşak uzunlara yer verilmemeli artık. Hocam seneye vuran kıran bir uzun rotasyonu bekliyorum senden. (Bargnani hayırlı olsun :( )
"Hele dadaş hoş musan, dolu musan boş musan? Ayakların yan basir, yohsa sen serhoş musan?" Alex Tyus ile ilgili söze böyle başlamak istedim. Çünkü bazen Avrupa'nın en iyi bekçisi gibi takılıyorken bazen alkolik bir basketbolcuya dönüşüyor. Tamam, Lasme sonrası Tyus olmadı. Şu anlamda olmadı, Lasme seviyeyi çok yukarı çıkardı, orta mesafe var, birebir savunma var, üstüne arkadaki boşlukları kapatma da var. Nahoş bir mevzu vuku bulunca Lasme aramızdan ayrılmak zorunda kaldı. Tyus gelince de "en azından işin savunma tarafını hallettik, hücumda da bir iki p&r oynarız" dedik. Ama Tyus bazen öyle akıl almaz hatalar yaptı ki, onun yüzünden Deon kankama kızıldı hep. İyi niyetinden şüphemiz yok ancak aldığı süre arttıkça yaptığı hata sayısı da artıyordu Tyus'ın. Ataman kalırsa Tyus gider diye bir tahminde bulunayım. Aslında Eurocup için iyi bir oyuncu ama ne olacağını bilemeyiz.
"Panzer diye aldık, su tabancası çıktı." tweetim hala aklımdadır. Ataman Tibor'u nasıl kullanacağını 18 Kasım'daki Darüşşafaka Doğuş maçında ancak anlayabildi. Pleiss'a alçak postta top verip sayı atmasını beklediğimiz 1.5-2 ay boyunca gözlerimiz kanadı. Kendisi de tutuk başladı Galatasaray kariyerine, uzun kolları sayesinde boyalı alanı da gayet güzel kapatabiliyorken, kapatamadığı bir iki pozisyonun üstüne sinirlenip atmıştım o tweeti. Sonra kendine geldi zaten, takımın en çok ribaund alan ikinci oyuncusu oldu Euroleague'de (birinci Tyus). Hem hücumda ilk opsiyon oldu, hem de takım savunmasını yukarı çekti. Yalnız Pleiss'ın oyunda kaldığı dönemler 1. periyot ve 3. periyot. Pleiss'ı son çeyreğe saklayamamak bize maç sonlarında zorluk çıkarttı dersek abartmış olmayız. Bu kadar hareketli bir uzunu daha efektif kullanmayı öğrenememiş olmak da ayrıca üzücü. Önümüzdeki sezon için Euroleague takımlarının gözdesi olacağından şüphem yok. Yolu açık olsun.
Ege, benim ciddi şekilde ümitli olduğum bir uzun. Şöyle özetlemek isterim, günümüz basketbolunda 4 numaralar biraz daha dışarı açılan, 3 sayı tehdidi olan, nispeten sertlikten kaçan oyunculara dönüştüler. Ege ise tam tersi, sertlikten kaçmıyor, harika ribaund sezgisi var, ve 3 sayı tehdidi yok. Bunu böyle yazınca "böyle özellik mi olur?" diye sorabilirsiniz ama şöyle düşünün: Takım sporlarında taktiksel bir devir daim vardır. Bir sistemin modası geçmiş gibi görünür, ancak yarın yine aynı sistem yaygınlaşabilir. Ege de şu anki 4 numara algısının tam tersi bir oyuncu olarak, eski 4 numaralardan esintiler sunuyor. Burada önünde iki yol beliriyor, ya şutunu geliştirip eski moda 4 numaralara göz kırpacak, ya da kalınlaşıp 5 numaraya dönüşecek. 5 numara için ciddi bir kalınlaşma programına girmesi gerekiyor. Her halükarda sahip olduğu ribaund sezgisi ile gelecek sezon hem takımın önemli bir parçası, hem de ligin gelecek vaat eden bir oyuncusu olabilir. Ataman'ın da kendisine hak ettiği süreyi vermediğini belirtmek isterim.
Artık yavaş yavaş sona gelirken "Okan Aydemir Efsanelerini Anıyor, Fed Fadeaway Blogspot Dünya'ya Duyuruyor" programı kapsamında sıradaki konuğumuz Deon Thompson. Hukuktan falan anlamam, ama bence Ataman'ın kendisine yaptığı yıldırma politikasını AİHM'e götürse tarihi bir tazminat kazanabilir. Adamı sahanın içinde azarlamak için her şeyi yaptı, neticede amacına ulaşıp Deon'u gönderdi ama Galatasaray Odeabank'a iyilik mi etti orası bilinmez. Deon, Galatasaray Odeabank'a gelmeden önce ciddi bir çalışma sonucu incelmiş, bir 4 numaraya dönüşmüştü. Elinde Tyus ve Pleiss olan bir takım için de yer kaplamayı bilen bir Deon 4 numarada oldukça kullanışlı olabilirdi. Hocanın kendisine neden taktığını hala anlayabilmiş değilim, ama emeğine sağlık.
Genelin özeti, Galatasaray Odeabank sezon başında tasarlanandan farklı bir basketbol oynamak zorunda kaldı, yine. Yazının başlığı 'Sucker Punch' dövüş başlamadan atılan kural dışı yumruk anlamına geliyor. Galatasaray Odeabank sezon başında yediği yumruğun etkisiyle bütün sezonu çöpe attı. Yumruğu kimin attığı da ortada... Ataman takımlarının genel özelliği bu. Bu uğurda basketbolcular gitti geldi, işin aslı sorun sahanın içindekilerden çok kenarındakilerdeydi. Euroleague için büyük bir bütçeyle başarısız olduğumuz bir sezonu geride bıraktık. Bir yandan bunun sorumlusu olan hocaya kızıyorum, diğer yandan giderse Galatasaray'da basketbolun geleceğinden endişe ediyorum. Sonumuz hayrola, hayırlı ramazanlar.
Adettendir. Kalmasını istediğim tayfa.
Bir gün mutlaka...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder