26 Nisan 2017 Çarşamba

"Past Perfect Tense... Yani Güzel Zamanlardı..."


Tam 1 sene geçti. Hayattaki mutluluklarımızın en önemli kaynaklarından birinin, bize en unutmayacağımız hediyelerden birini verdiği günün, Eurocup zaferinin üstünden 1 yıl geçti. Sinan Güler GS Dergiye verdiği röportajda o malum turnikeye giderken "Bütün sezonu tekrardan yaşadım" demişti, biz de benzer biçimde geçen sezonki anılarımızı tazeleyip derlemek istedik. Nostalji yapılacaksa 2015-16 sezonu Eurocup şampiyonluğundan daha iyi malzeme veren kaç tane başarımız var ki zaten? Başlıyoruz:

Gözleriniz kapatıp, 2015-16 sezonunu düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz?

Yasin Tuğcu: Aidiyet hissediyorum. Sevabıyla günahıyla bizim takımdı, o hissi veriyorlardı. Oyuncularla da bireysel olarak gönül bağı kurma şansı oldu, sezoniçi gelen Chuck Davis, beklentilerin düşük olduğu Jerrells dahi kendini sevdirdi. Başarı da gelince 15-16 Galatasaray Odeabank çok özel bir yer edindi bende.

Kubilay Gökkaya: Yeniden varoluş hissediyorum o sezon için. Dağılmış bir takım, dağılmış bir koç, bitik oyuncular, küsmüş bir taraftarın tekrardan kendini hedefe kenetlenmesi vardı. 2014-15 sezonunda yapılan 2-12 ligde 15-15'e rağmen .

Okan Aydemir:Gözlerimi kapatıp 15-16 GSOB hakkında düşündüğümde aklıma gelen ilk şey takımdaki üst düzey arkadaşlık ve oyuncuların aidiyet duygusu oluyor. Tamam Eurocup seviyesi için biraz üst düzey bir kadroydu zaten ama aman aman yetenekler barındırmıyordu bünyesinde, takımın başarısının temelinde harcın büyük kısmını arkadaşlık ve aidiyet oluşturuyordu. Bu da halen beni mutlu eder.

Fed Fadeaway: Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; hiçbir takımı bir daha öyle sevemem gibi geliyor. Sezonun ilk maçı, benim bu yazıda okuduğunuz tüm adamlarla ilk kez bir araya gelme günümdü. Eurocup finalinde neredeyse tüm sevdiğim insanlar bir aradaydık. Her maça arkadaşlarımla beraber geliyor, oturduğum koltukta 15 yaşında bana basketbolu sevdiren adamlardan biri olan Lasme’yi izliyordum. Bunlar benim gibi asosyal denilebilecek bir adam için çok kıymetli şeylerdi. İstanbul’da bulduğum tüm mutluluğu bu takım üstünde anlatıyordum ve her geçen ay takıma daha çok bağlanmaya başladım. İş en son final maçında ilk 5 saniye Schilb’in bana bakıp bağırdığını düşünmeye, takım elendiğinde kafamı t-shirt’ümün içine koyup sezonun bitişine ağlamaya kadar gitti. Genelde böyle duygusal laflar yazamam, o yüzden hislerimi şu an size tam aktaramıyorum ancak 18-19 yaşını geçiren bir çocuk, bir insan grubuna ne kadar bağlanabilirse o kadar bağlıydım ve son güne kadar da asla bunu boşa çıkartmadılar. Özetlemek gerekirse, arkasından “iyi ki” dediğiniz, ancak şu an yanınızda olmayan şeylere neyi hissediyorsanız onu hissediyorum.

Okan Şenol: “Kapadım gözlerimi… Oldu mu?” Gerçekten gözlerimi kapatıp 15-16 Eurocup sezonunu düşündüğümde aklıma ilk gelen görüntü, Strasbourg maçından sonra eve gelip odaya girdiğim andaki halim. Yatağa uzanıp birkaç saniye tavana bakarak gülümseme. 14-15 sezonu sonundan itibaren yaklaşık 1,5 yıldır hedeflenmiş başarıya ulaşmanın verdiği rahatlık, doygunluk, huzur ve tatlı yorgunluk.
Çağatay Aydın: İyi hissediyorum. Gözleri kapatınca bi süre Yasin Tuğcu'nun pp olan Lasme fotoğrafı canlaniyor..


Duygusal olarak inişleri ve çıkışları olan bir sezondu. Sezon boyunca, en net şekilde “Bu iş olmayacak” ve “Bu iş oldu” dediğiniz anlar oldu mu?

Kubilay Gökkaya: Gran Canaria’ deplasmanından çıktığımızda bu iş bitti dedim. Zor bir atmosfer, mesafe olarak uzak bir yer. Basketbolu bilen bir taraftar ve bizim korkunç deplasman performansımız +14 averaja rağmen maç defalarca gitti geldi. Lasme ve Chuck Davis oyun dışı, Green iyice rotasyon dışı kalmış, rakip geriden gelmenin moraliyle yükleniyor. Hala düşündükçe geriliyorum. :(

Fed Fadeaway:Aslında ben şampiyonluğa ikinci gruplardan çıkana kadar inanmıyordum. O aralar takip ettiyseniz bilirsiniz manyak gibi 6 galibiyet alıp tüm eleme turlarını iç saha avantajıyla geçeçeğimiz grup yaratma hesapları içine düşmüştüm. Onun için “galiba oluyoruz” dediğim an Valencia’nın PAOK deplasmanında kaybetmesiydi sanırım. Tabii Karşıyaka’yı İpekçi’de o duvar benim bu duvar senin vurduğumuz gece bazı şeylerin kafası gelmişti ancak ilk dediğim ilk “oluyoruz” dediğim an PAOK-Valencia maçıydı.

Yasin Tuğcu: Bayern veya Canaria maçlarında oyunun sıkıştığı bölümlerin yarattığı gerginlik ayrı ama onlar da dahil sezon genelinde kupayı alamayacağız hissine hiç kapılmadım. İnanıyordum. Tabi sezon boyu diğer favorilerin durumlarını falan yakından takip ediyorduk ama bu iş olmayacak dedirtmedi hiçbir durum bana. Canaria’yı eledikten sonra bu iş oldu hissi gelmişti ama, oynanacak 2 maç daha olsa da oradan vermeyiz diyordum. Vermedik de.

Okan Aydemir: İlk grupta içeride Neptunas'a kaybedince bir gazla hocaya sövmüştüm, aslında ortada kötü bir durum da yoktu ama klasik Ergin Ataman tembelliğini görünce sinirlenmiştim ve şüpheye düşmüştüm. Son 16'da İpekçi'de Karşıyaka'yı duvardan duvara vurunca (Errick kardeşime selamlar) "biz bu kupayı alırız" demiştim. Zaten final maçındaki rahatlığım dillere destandır. O maçı verme ihtimalimiz yoktu.

Çağatay Aydın:Benim için Gran Canaria deplasmanın da bitime 57 saniye kala Seeley denilen haysiyetsizin 2 de 0 serbest atış sonrası kupa geldi.. Çünkü o an 2 de 2 gelseydi gerçekten TV yi ana avrat söverek kapatacaktım. Canaria maçları benim için finaldi ve yine deplasmanda Micov'un abuk subuk koyduğu blok ile aha geldi dedim.. Sonra bir diğer haysiyet yoksunu Errick McCollum ve abim Lasme'nin sarılışı dün gibi aklımda ha tabi ben bunu maçı ikinci kez izlediğim vakit farketmiştim çünkü Canaria maçı bittiği an ben kupa yı kaldırıyordum evde.. Neyse fed'e sözde kısa yazacağımı söyledim gerçi kısa sayılır Okan Aydemir'den kısa yazmış olduğumdan eminim o da şu sıralar yazıyor kankam benim. Yengeme selam.

Okan Şenol:Gran Canaria deplasmanı öncesi ve sonrasıyla yorucu bir süreçti. Takımı İstanbul’dan Las Palmas’a kadar olan yolculuklarında takip etmiş, en az onlar kadar yorulmuştuk. Mental olarak inanılmaz yorucu geçen maçın sonunda, Sinan Güler ve takımdan beklenmeyecek derecede iyi bir savunma ve bu savunmaya rağmen gelen Aguilar’ın saçma sapan üçlüğü. Uzatma çeyreğinde Seeley’nin 0/2 atması, Tanrı bizim almamızı istedi resmen. İtiraf etmek gerekirse maçın sonunu heyecandan izleyememiştim, izleyemediğim halde maçın ardından vücudum titriyordu.

“Bu iş oldu” kısmı daha önce de söylediğim gibi benim için İpekçi’deki Karşıyaka maçı oldu. O seride Karşıyaka’nın gelmesi Allah’ın bize yürü ya kulum demesi gibiydi, takımı ve taraftarı inanılmaz motive etti ve içerde oluşturacağımız atmosferin şampiyonluk yolundaki önemini kavradık. Belki biraz iddialı olacak ama Ufuk Sarıca benchte boş boş etrafına bakarken ben şampiyon olduğumuzu düşünüyordum.



Strasbourg maçının son saniyeleri... Collins kaptırdı ve Sinan boş turnikeye koşuyor. O anlarını çocuklarınıza nasıl anlatacaksınız?

O.A.: Sinan topu alıp turnikeyi bırakınca tabi tribünde acayip bir hengame oluştu. Ben yine sakinim. Böyle anlarda oldukça sakin kalabiliyorum enteresan şekilde. Euroleague'de 110-101'lik Kızılyıldız maçında Erceg'in üçlüğünde ne kadar sakinsem orada da o kadar sakindim. Ama gözler doldu tabi. Eurocup da olsa Avrupa kupası kazanmışız, ben de tribündeyim. Üstelik değerli kankalarımın tüm engellemelerine rağmen tribündeyim. Çocuklarıma bu anları yine çok sakin şekilde, ama gurur duyarak anlatacağım. İnşallah onlar da Euroleague aldığımız günleri görür.

Ç.A.: Vallahi kesinlikle Errick McCollum'un yaptığı bloktan bahsetmeyeceğim çocuklarıma torunlarıma.. 2011 NBA finalleri tabi ki bir yana bu kadar heyecanlandığım başka iki maç hatırlamiyorum kafa olarak gerçekten kazanacağımıza emin olsam da o her basket her bir vafıl gibi geliyordu özellikle Sinan Güler'in topu çalıp hatırlayamadığı turnike tam böyle nutella ve muz'un bol olduğu bir lokma gibiydi.. Ancak benim zenci torunlara ilk başta taraftarı anlatacağım kesin ya dünya kadar kritik maç oynandı zorlu Euroleague maçları oynandı salon hep doldu ancak o atmosfer çooooooğacayiptı çoooooğ. Yine bir seviniçten bahsedeceğim kendisi ile aram şu sıra iyi olmasa da ülkenin en iyi ve en başarılı antrenörü sayın ergin at*m*n ve büyük abim lasme'nin saha ortasında yaşadığı mutluluktan kesin bizim çocuklara bahsederim. Tamer Dinçer görünümlü John Bryant'ın üzerinden gelen Sinan üçlüğünü de anlatırım onu da es geçmem. Yalnız ben bunları neden anlatayım amk yasin? Yutuptan izletirim. Soruları sayın Yasin Tuğcu kankam hazırladı bu arada arkadaşlar. teşekkürler.

O.Ş.: Ben normalde de önemsediğim bir yerde ilk defa bulunmayı veya önemsediğim bir organizasyonda olmayı seven biriyim, konu Galatasaray’ın Eurocup zaferi olduğundan maçın biletini hala cüzdanımda taşıyorum mesela. Fakat bunun aksine ben Galatasaray’ın tavanının çok daha yüksek olduğunu ve çocuklarıma Galatasaray’la ilgili daha nice başarılar anlatabileceğimi düşünüyorum. Eurocup’ı ballandıra ballandıra anlatmaktansa Euroleague şampiyonluğunu anlatırken “bu arada Eurocup şampiyonluğunda da salondaydım” anekdotunu eklemeyi tercih ederim.

K.G: Çocuklarımıza abartarak anlatıyoruz :D Bu işin latifesi tabii. Aslında maça kadar ne yaptığımızı, ne yediğimizi, neler konuştuğumuzu hatırlamama rağmen o anda neler yaptığımı hatırlamıyorum. O ara bir yandan farkı düşünüyorsun. Herhalde en güzel anlatılacak tarafı böyle önemli bir anı, efsane olacak yer de orada olup, bakın biz oradaydık demek olacak.

Y.T: Salonda olamamak kötüydü ama normalde evdekilere sarılıp kutlama işini senede 2 kez bayramlarda yapıyorum anca, bir de 27 Nisan 2016’da yaptım. Öyle sevinmiştim. Baya büyük mutluluktu sonuçta. Ki o mutluluğun arkasında sadece kupa kaldırmak yoktu, kötü geçen bir sezonun ardından toparlanmak, en baştan beri dillendirilen hedefe ulaşmak da vardı. Tadını da gayet güzel çıkardık.

F.F: Valla açıkçası gerçek şekliyle anlatmıycam sanıyorum çünkü çocuklarım, en mutlu anlarımda neden neredeyse 10 civarı erkeği öptüğümü öyle bi’ an yaşamadıkça anlamayacaklar :/ Ama onlara diyebilirim ki; her sabah düşündüğünüz şeyin gerçekleşmesi en fazla o gün ki kadar güzel olabilirdi. Şu an gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, ölürken gözümün önünden geçecek belli sayıda kareden biri de Sinan’ın o turnikeyi atması ve hatta Micov’un akabinden tribünden atılan karton topa kızması olacak. Bilmiyorum işte o zamanlar sürekli olarak hayallerimi yaşıyordum ve mutluluktan uyuyamamıştım. Uyuyamazken “Acaba babam da Xamax maçının sonrası böyle mi olmuştu?” diye düşünmüştüm kısa bir süre. Umarım çocuklarım da bu mutluluğumu, çok mutlu oldukları an “galiba dediği böyle bir şeydi” diyerek anlarlar.

Eurocup şampiyonluğu bir fim olsa, afişe sırasıyla hangi isimleri yazardınız?

O.Ş.: Ben bu tür başarılarda belirli kişi veya kişilerin ön plana çıkarılması taraftarı değilim. Bu tür büyük başarılar belirli kişilerden ziyade takım olarak tek kişi olmayı başarabilen organizasyonlarla elde ediliyor. Samimi olarak söylüyorum yıllar sonra Eurocup şampiyonluğu dediğimde aklıma yere düşen arkadaşlarını kaldırmaya koşan İzzet ve Şafak bile gelecekler. Ancak illa isim belirtmek gerekirse 1- Lasme, 2- Errick diyebilirim. Tuttuğu takımın kaptanı olarak kupayı kaldıran ve çok iyi bir final maçı oynayan Sinan, burada kalıp başarılı olmayı başka kulüpte daha fazla para kazanmaya tercih eden Micov, yıllar önce emekli olup çok kritik bir ameliyata girmesi gereken doktor gibi ansızın çıkıp çok büyük katkı veren Chuck Davis, kardeşini kaybettiği gün maça çıkıp kardeşinin cenaze törenin öyle katılan Schilb, takımı ve taraftarı başarıya inanılmaz bir şekilde kanalize edip sonunda istediğini alan Ergin Ataman ve diğer nice oyuncu da elbette unutulmayacaklar.

O.A.: Sırasıyla Lasme, Errick, Micov, Chuck, Sinan, Schilb, Ataman, Göksenin, Jerrells. Gerisini yazmaya çok da gerek yok bence.

Ç.A: Lasme ve Chuck Davis'i yan yana verelim ekrana? Altına taşaklarla isimlerini yazalım.. Davis ne top oynadı be kardeşim? Bakın siz top Dirk'e inince verdiği rahatlığı bilen insanlar değilsiniz bi ara cidden o rahatlıkla izliyordum artık bi şekilde sayı yı çıkartıyordu rahat rahat sakin sakin vurup vurup savunma ya dönüyordu biz de o ara ''DAVIS NERDEN ÇIKTI AMQ ERGIN'' ''BACAKLARI OLMAYAN DAVIS MI GELMİŞ? ŞAKA MI ALKGAKGALKGA'' tivitlerimizi silmekle meşgulduk. Şimdi tek tek sıralama yapacak değilim ama kişisel problemim var beni anlayışla karşılayın Errick McCollum sırası en son olurdu..

Y.T.: Duygusal bir seçimle; hafif tepeye doğru, merkeze Lasme’yi koyarım. Aslında koç da koyulabilir, çünkü bu kadar farklı yetenekteki adamları bir arada top oynatmak kolay iş değil ama subjektif olarak Lasme diyorum. Bir yanında Errick, diğer yanında Micov ve onların biraz aşağısında birazcık daha küçük boyutta Blake, Sinan, Chuck koyulabilir. Sonra gerisi gelir. Hocaya da yine güzel bir yer buluruz tabi.

K.G.: Ataman, Lasme, Mccollum, Micov ve Chuck Davis’i yazarım.

F.F: Hmmm… Bir filmden bahsediyorsak bir hikaye anlatıyor olmamız gerekir. Elimizde kaç hikaye var, ilki bir önceki sezon takımı dağılan ünlü bir koçun tekrar rüştünü ispatlaması sınavı. Güzel bir hikaye olur, başrolünü de Kevin Spacey oynar “Life of David Gale”e yakın bir oyunculukla. Ama galiba, ailesinde uzakta yaşarken kardeşini kaybeden histerik bir basketbol oyuncusunun, çok da iyi geçirmediği sezonda yaşadıkları daha iyi bir hikaye olur. Final sahnesi de kardeşinin ölümü haberini aldıktan sonra ağlayamadan sahaya çıkan adamın, takım kupayı kazandığında döktüğü gözyaşları olur. Onun için cevabım Blake Schilb.

Hiç düşünmeden aklınıza gelen en etkileyici üç bireysel maç performansı?

Ç.A.: Öncelikle müstakbel abim Lasme'nin hemen hemen kazanılan her maçtaki savunma performansını yazarak bi ki stats vererek isimler yazılabilir Errick'in evimizde oynadığımız KSK maçını iyi oynadığını hatırlıyorum 20+ atmış olması gerek. Davis'in içerideki Bayern maçında her tıkandığımız anda çıkartıp bire birde masaya vurması yine aklımda kalan bir performans ha bir de tabi ki Vlado'nun Canaria deplasmanı ve McC**um'un bulduğu serbest atışlar şu an bu kadar belim ağrıyoriken aklıma gelenler unuttuğum tabi ki vardır.. Geçiyorum.

F.F: AEK deplasmanı maçı İzzet Tü… Şaka şaka, içerideki Gran Canaria maçı Chuck Davis. Dışarıdaki Karşıyaka maçı Errick McCollum ve içerideki Hapoel maçında Sinan Güler. Tabii hemen akla çok kritik yan performanslar da geliyor onları da belirtmeden geçmemek lazım. Mesela İpekçi’deki Gran Canaria maçındaki Göksenin üçlükleri, mesela Sinan fiziksel olarak iflas etmişken Gran Canaria deplasmanında sahaya çıkıp durumu çok iyi götüren Curtis Jerrells. Buna birçok performansı dahil edebiliriz ama düşünmeden aklıma gelenler bunlar.

O.A.: Yani burayı Errick'le doldurabilirdim. Çünkü inanılmaz performansları var. Ama dağıtmak gerekirse... Errick'in Karşıyaka deplasmanındaki performansını bir numaraya yazdım. Chuck'ın yarı finalde ilk maçtaki performansı iki numara. Lasme'nin finalin ikinci maçındaki performansı da üç numara.

O.Ş.: Soru nedense çok hızlı düşünmeye itti beni ahaha. Sinan - Strasbourg, Errick - Strasbourg, Chuck - Gran Canaria diyorum direkt. Hepsi içerdeki maçlar tabii. (Yalnız Göksenin’in Gran Canaria maçında attığı üçlükler…)

K.G: Karşıyaka deplasmanın bizi maçta tutan oyunu inanılmazdı. 21 sayı attı tamam, ama pota altında ezilirken aldığı 13 ribaund bize turu getirdi.  Bir kırılma noktasında ayakta tuttu. 2. Yarı finalde Chuck Davis’in rakip uzunları alt etmesiydi. Öldü bitti diye düşünürken. 6. adam olarak elinden gelenin belki de fazlasını yaptı. 3. ise Errick Mccolum’un son maçın son çeyreğindeki zaferi getiren oyunuydu. 10 sayı, 2 asist, 2 ribaund, 1 blok. Ki tamamen kaosa girmişti maç, devreye girmesi aleyhimize bir sonuç çıkabilirdi.

Y.T: Errick-KSK deplasmanı ve Chuck-G. Canaria ilk maç performansı bir çırpıda geliyor aklıma. Bu ikisinin yanına çok aday var aslında da son Strasbourg maçı Lasme diyeyim.

Ve son ama üzerine en çok düşündüğümüz soru: O takım bozulmasaydı, birkaç takviye ile Euroleague’de nereye kadar gidebilirdi ?

F.F.: Öncelikle Temmuz ortasında takımın Mike James/Darius Adams ve Khem Birch’i eklemek gibi hedefler vardı. Yeterli paralara da çıkıldı ancak olmadı. McCollum-James-Schilb-Micov-Lasme-Pleiss gibi bir omurga yaratabilseydik şu an bloga hatıra yazısı değil, totem minvalindeki T8 yazısı yazıyor olurduk. Ama daha Daye ve Krstic hamlelerinin daha haziran bitmeden yapıldığını düşününce takımın tutulamamasında Ergin Ataman’ın bahanesi olduğunu savunamıyorum. Onu da belirtmeliyim.

K.G: Geçen  sezonla benzer sorunlar yaşıyoruz aslında, Ataman’ın tembelliği ve vurdum duymazlığı, 2-3-4 numaralı pozisyonlardaki oyuncularımızın çabuk geçilmesine hiç bir önlem almaması. Errick’in kalması, yanında saf bir oyun kurucu ve pitbull diye nitelendirebilecek bir kısa ile f8 yapabilirdik. sonrası Allah Kerim. Çünkü Darüşşafaka Doğuş, Kızılyıldız, Baskonia, Efes gibi takımlardan eksiğimiz yoktu. Lasme’nin cezasına rağmen yapabilirdik bunları.

O.A.: Çok yüksek ihtimalle playoff yapardık. Çünkü hoca tanıdığı oyuncularla çalışsaydı sezon başındaki kadar kötü bir performans izlemezdik diye düşünüyorum. Bir şekilde Errick-Lasme kalsaydı Diebler eklemesiyle birlikte tertemiz bir playoff gelirdi. Sağlık olsun.

Y.T.: Chuck Davis zaten bırakacaktı hadi onu saymıyorum ama Errick-Micov-Lasme üçlüsü bozulmasaydı ve etrafına ortalama hamlelerle kesin PO potasında olurduk bence. 9’da mı kalırdık yoksa 5-6 gibi mi bitirirdik, onu biraz o takviyelerin tutup tutmaması belirleyecekti muhtemelen ama bence PO yapardık. Bu sezon PO yapan takımlara bakıyorum da geçen sezonki GSOB ufak rötüşlenmiş hâliyle Efes, Daçka ve hatta Baskonia’dan da üstte yer alabilirdi. Güzel takımdık.

Ç.A.: Belki CSKA ile eşleşirdik. Austin Daye bir sezon daha kalmalı bu arada. Teşekkür ederim..

O.Ş.: Ben normalde o takımın Errick - Sinan - Micov çekirdeğiyle başarılı olabileceğini düşünmüyordum ama bu sezonki cenaze takım bile öyle veya böyle bir şeyler yapabildiyse Eurocup şampiyonu takımın birlikte oynama alışkanlığıyla birlikte çok daha iyi sonuçlar alabileceğini ön görmek zor olmaz sanırım. Tabii sorudaki “birkaç takviye”lik kısmın Mike James, Khem Birch vb. isimler olma ihtimalinin hiç de az olmadığı da ortadayken top8 garanti olurdu diye düşünüyorum, hatta şu an F4 hesapları da yapıyor olabilirdik.

2 yorum: